Dürzi katliamı ve giderek ayrışan Suriye…

Suriye’nin Süveyda kentinde günler süren çatışmaların ardından, İsrail ve Suriye, ABD’nin gözetiminde anlaşma imzaladı. 25 Temmuz günü Paris’te imzalanan anlaşmaya göre çatışmaları başlatan Bedevi Arap aşiretleri de, Suriye’yi yöneten HTŞ güçleri de Dürzi köylerinden çekilecek. Dürziler kendi güvenliklerini sağlayacak ve kendi yönetimlerini kuracaklar. Ayrıca İsrail sınırına yakın Kuneytra ve Dera bölgeleri silahsızlandırılacak; o bölgelerde yaşayanlar sadece hafif silahlarla iç güvenliği sağlayacak, ağır silah bulunduramayacak.

ABD bölgedeki gelişmeleri denetlemek üzere bir komite kuracak. Suriye hükümetine bağlı kurumlar Süveyda’ya kesinlikle giremeyecek; buna idari kurumlar ve kamu hizmetleri de dahil. BM kuruluşları ise girebilecek.

ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın denetiminde gerçekleşen bu anlaşma ile Suriye’deki HTŞ hükümeti Süveyda üzerindeki tüm haklarını kaybediyor; tam da İsrail’in istediği biçimde Süveyda’da ABD-İsrail denetiminde bir özerk bölge oluşturuluyor.

 

Çatışmalar nasıl başladı

HTŞ, 8 Aralık 2024’te Suriye yönetimini ele geçirdikten sonra, Suriye’deki azınlıklardan olan Dürziler HTŞ hegemonyası altına girmeyi reddettiler. Radikal İslamcı bir çete olan HTŞ’nin, kendilerine yaşam hakkı tanımayacağını biliyorlardı. Geçen 8 ay boyunca, bu nedenle çeşitli gerilimler, yer yer çatışmalar yaşandı.

Bu süreçte İsrail, Dürzilere doğrudan destek verdi.

İsrail’in ve ABD’nin karşı çıkışlarından dolayı Süveyda’ya saldıramayan HTŞ, Bedevi Arap aşiretlerini devreye soktu. 13 Temmuz günü Bedevi Araplar, Süveyda’ya girdiler ve Dürzi gruplarla silahlı çatışmalar başladı. Dürzilerin direnişi, Bedevi aşiretlerin kolay ve hızlı bir zafer kazanmasını engellemişti. Çatışmalar uzayınca, “güvenliği sağlama” bahanesiyle HTŞ güçleri de kente girerek çatışmalara dahil oldu, Dürzilere dönük katliamlara katıldığı ortaya çıktı. Sivillere saldırılar, infazlar, insan kaçırmalara ilişkin haberler peşpeşe geldi. İnternette dolaşan videolarda, HTŞ’lilerin ve Bedevi çetelerin, Dürzi din adamlarını ve halkı aşağıladığı, evleri yağmaladığı, evlerde saklanan sivilleri öldürdüğü görülüyor.

8 Aralık’tan bu yana Suriye’deki Dürzileri kazanmak için uğraşan İsrail, bu fırsatı değerlendirerek “yardıma koştu”; 16 Temmuz günü Şam’da Suriye Cumhurbaşkanlığı Sarayı, Genelkurmay Başkanlığı ve Savunma Bakanlığı binalarına bombalı saldırılar düzenledi. Bu doğrudan Suriye yönetiminin kalbini hedef alan, çok önemli bir saldırıydı.

Bu saldırıdan sonra HTŞ Süveyda’dan çekildi; ancak ülkenin dört bir yanından harekete geçen, cihatçı çeteleri de içeren binlerce Bedevi savaşçı, Dürzilerle çatışmak için kente girmeye başladı. Dürzilerin de Bedevi köylere misilleme saldırısı düzenlediği öğrenildi. Dürzilere dönük bu soykırım saldırısında, içinde kadın ve çocukların da olduğu binden fazla insan katledildi.

Anlaşmanın sağlanmasının ardından Suriye yönetimi ve Bedevi aşiretlerin tümü geri çekildi.

 

Farklı hesapların çatışması

Esad yönetiminin devrilmesinden bu yana, Suriye bir “devlet” olma niteliğini yitirdi. HTŞ yönetimi ele geçirdi; ancak inisiyatifi kuramadı. İdlib’deki Türkiye destekli cihatçı çeteler başta olmak üzere, dağınık pek çok silahlı kesim, kendi çıkarlarını gerçekleştirmeye, kendi hedeflerini hayata geçirmeye çalışıyor.

HTŞ ise ilk olarak azınlıklar üzerinde terör estirerek, soykırım gerçekleştirerek ve göçe zorlayarak ülkede belli mevzileri garanti altına almak istiyor. İlk önce Mart ayında Lazkiye başta olmak üzere Alevilerin yerleşik olduğu yerlere saldırmış ve bir Alevi katliamı gerçekleştirmişti. Bütün dünyanın nefretle kınadığı bu saldırıyı durdurmak zorunda kaldı; ancak Suriye’nin en uzun deniz sınırını oluşturan bölgede, Alevi varlığına izin vermeyeceğini de göstermiş oldu.

Azınlıklara dönük ikinci saldırı dalgasını Dürzilere yöneltti. Dürzi nüfus, Lübnan, Suriye ve İsrail’e yayılmış biçimde yaşayan, kendi içine kapalı bir topluluk. Ortadoğu’nun karmaşık coğrafyasında başarılı siyasi hesaplar yürüterek bugüne kadar ayakta kalmayı başarmışlar. Her ülkede farklı önderlerinin bulunması, aralarında görüş ayrılıklarının oluşmasına da neden oluyor. Ama her biri kendi bulunduğu ülkeye kendi varlığını kabul ettirmiş durumda. İsrail’in 1967’de Golan Tepeleri’ni işgal etmesinin ardından, bu bölgedeki Dürziler İsrail devletine dahil olmuş. İsrail ordusunda askerlik yapıyor; orduda, mecliste ve devlet dairelerinde önemli görevler üstlenebiliyor; eğitim ve istihdam ayrıcalıklarından yararlanıyorlar.

İsrail bu durumdan yararlanarak, Süveyda bölgesindeki Dürzilerle de yakın ilişkiler kurmak, mümkünse kontrol altına almak istiyor. Çünkü Dürzilerle yakınlık, İsrail’in Golan’daki varlığını meşrulaştırma, kalıcılaştırma hedefinin bir parçası. Ayrıca “Suriye’deki azınlıkların koruyucusu” görünümünün, kendisine uluslararası meşruiyet kazandıracağını da biliyor. İsrail, bugüne kadar ABD’nin bütün çabalarına karşın Ortadoğu coğrafyasında dışlanmış konumunu değiştirememişti. Şimdi ise, radikal İslamcı HTŞ’ye tüm dünyada duyulan kitlesel öfkenin karşısına, azınlıkları koruyan, HTŞ’ye karşı duran bir pozisyonda çıkmak, İsrail için bulunmaz bir meşruiyet ortamı. Ayrıca İsrail, Dürzileri bahane ederek her fırsatta Suriye’ye karışma olanağı elde ediyor. Bu nedenle HTŞ’nin Dürzilere dönük her saldırısı, İsrail’in doğrudan askeri müdahalesi ile karşılanıyor.

Suriye’deki Dürzilerin durumu ise daha karmaşık. Suriye’de 2011’den bu yana gelişen iç savaş boyunca, Esad’a ya da İslamcı çetelere yakın olmak yerine, bağımsız bir tutum izlemeyi tercih etmişler. Silahlanmışlar ve kendi varlıklarını korumuşlar. Şimdi ise bir kısmı HTŞ ile bir anlaşma zemini bulmaya çalışıyor. Hatta geçtiğimiz Mayıs ayında, 1500 Dürzi’nin Suriye Ordusu’na girmek için başvurduğu, 700’ünün kabul edildiği haberleri çıkmıştı. Ancak Suriye Dürzilerinin önemli bir kısmı da HTŞ’ye güvenmiyor ve İsrail ile ilişki halinde.

Bu sürecin en çarpıcı yanı, SDG’nin tutumunda ortaya çıktı. HTŞ’nin azınlıklara dönük katliamları ve dünya halklarının öfkesini çeken radikal İslamcı yüzü, SDG’nin öne çıkmasına vesile oldu. Öyle ki, Colani’nin görevden alınarak Mazlum Abdi’nin Suriye Geçici Cumhurbaşkanı olması ihtimali birden güç kazandı ve konuşuldu. SDG de hemen harekete geçti ve ciddi bir askeri gövde gösterisi gerçekleştirdi. Rojava’nın büyük kentlerinden askeri konvoylar çıkardı ve Süveyda bölgesine çıkan yollara konuşlandırdı. Tam da bu koşullarda ABD, SDG’nin “Şam ordusuna bağlı bir güç olarak” bir koridor açması ve bölgeyi silahlı gruplardan arındırması teklifini yaptı. Ancak SDG, HTŞ’yi güçlendirecek bu adımı atmayı reddetti.

Bu kısa sürede, Suriye yönetiminin, tüm dünyanın “cihatçı terörist” olarak tanımladığı Colani’den alınarak SDG’li Kürt yöneticilere bırakılması ihtimalinin konuşulduğu çarpıcı bir durum oluştu. ABD ise, tüm bu tartışmaların ve çatışmaların ortasında, Colani’den, en azından şimdilik vazgeçmeyeceğini gösterdi.

AKP yönetimi ise, yaşananlardan fazlasıyla tedirgin. Çatışmalar sertleştiği anda, Colani’yi koruma altına aldı. İsrail’in bombardımanlarından birinde Colani’nin ölmesi ihtimali, AKP’nin bütün planlarını bozacak bir unsurdu çünkü. Özellikle Kürt hareketinin doğrudan Suriye yönetimine gelebileceği ihtimali, AKP’nin hemen sert tavır almasına neden oldu. İsrail karşıtı açıklamalar, savaşa dahil olma tehditleri ve ateşkes çağrıları peşpeşe yağdı.

 

Sonuç olarak;

ABD, Suriye’nin toprak bütünlüğüne vurguyu çeşitli zamanlarda tekrarlıyor. Dürzilerle çatışmaların ardından ABD’nin Suriye Temsilcisi Barrack, “Tek millet, tek halk, tek ordu, tek Suriye” sözleriyle, bunun altını bir kere daha kalınca çizmiş oldu.

Ancak onların bu nakaratlarından bağımsız olarak, Suriye’deki ayrışma giderek belirginleşiyor. Süveyda şu haliyle merkezi devletin giremediği, özerk bir bölge. Benzer biçimde Rojava da Suriye devletinin bir hükmünün olmadığı; fiili bir özerklik altında askeri, siyasi ve ekonomik olarak kendini yöneten bir alan. Uzun zamandır hiç konuşulmayan İdlib de, bugüne kadar silah bırakma, merkezi devletle anlaşma toplantılarına katılmadı. Lazkiye’deki Alevi nüfusun Rusya’dan yardım istediği, örgütlenme çalışmaları yürüttüğü haberleri geliyor.

Cihatçı terörist HTŞ’nin, bir devlet kurma, azınlıkların haklarını koruyan bir anayasa yapma ve Suriye’deki tüm kesimlerin desteklediği bir yönetim oluşturma ihtimali zaten yoktu. ABD ve Türkiye gibi bu durumdan çıkarı olanlar, herkesi bu masala inandırmaya çalışıyordu.

Görünen o ki, SDG’nin de artık ortak olmak istemediği bu masal, Dürzi katliamıyla bir kere daha yerle bir oldu.

Bunlara da bakabilirsiniz

Nepal’de halk ayaklanması

Nepal’de hükümetin artan yolsuzlukları ve sosyal medya platformlarını engellemesinin ardından patlayan kitle öfkesi, ayaklanmaya dönüştü.  …

Paris’te Yılmaz Güney anması yapıldı

Yılmaz Güney, ölümünün 41.  yıldönümünde Paris’teki mezarı başında anıldı. Devrimci demokrat kurumların çağrısıyla yapılan anma, …

YILMAZ GÜNEY: Sanatçı, devrimci, özgürlük simgesi…

Bugün, devrimci Kürt sanatçı Yılmaz Güney’i mezarı başında andık. 41 yıl önce çok genç yaşta …