
Remzi Basalak, 1963 yılında Adana’nın Ceyhan ilçesinde doğdu. Az topraklı çiftçi bir ailenin çocuğuydu. İlkokulu Ceyhan’a bağlı Üçdut Köyü’nde okudu, ortaöğrenimini Adana’da tamamladı.
Lisede okurken yaz aylarında atölyelerde çalışmaya başladı. İhtilalci komünistlerle burada tanıştı. Sıkıyönetimin hüküm sürdüğü zorlu yıllarda örgütlü mücadeleye atıldı.
1981 yılında 17 yaşında iken gözaltına alındı, günlerce süren işkencelere direndi. Adana-Köprüköyü ve Antakya E Tipi Cezaevleri’nde faşist yaptırımlara karşı mücadelenin başını çekti. 1986 yılında tahliye sonrasında askere alınınca firar etti. Örgütü yeniden toparlayan belli başlı kadrolardan oldu.
Bu faaliyetler sırasında 1988’de yeniden gözaltına alındı. İstanbul ve Adana’da yoğun işkencelerden geçti. İşkencecileri kendi inlerinde mahkum eden bir direniş destanı yazdı. Sağmalcılar ve Malatya Cezaevi’nde yaklaşık bir yıl tutuklu kaldı. Buralarda da direnişin başını çekti.
Cezaevinden çıktıktan sonra örgütün çeşitli birimlerinde görev aldı. Uzun süre baskı komitesinde çalıştı. Ölmeden önce Osman Yaşar Yoldaşcan Müfrezesi’nin komutanıydı. Adana’da bir kamulaştırma eylemi sonrasında yaralı yakalandı. O haldeyken polislerin üzerine yürüdü, önüne koyulan “teşhir masası”nı tekmeledi. Aynı günün akşamı işkencede katledildi.
16 yaşında genç bir işçi iken atıldığı devrim ve sosyalizm mücadelesini, 29 yaşında direnişin doruklarında tamamladı. Masaya inen tekmesiyle ölümsüzleşti…
* * *
Remzi’nin ölümü, “92 konsepti” olarak anılan devlet terörünün gemi azıya aldığı yıllarda gerçekleşti. Süleyman Demirel’in cumhurbaşkanı, Tansu Çiller’in başbakan, Doğan Güreş’in genelkurmay başkanı olduğu bu dönem, Kürt halkına dönük en vahşi saldırıların gerçekleştiği bir dönemdi. Aynı zamanda Türkiye devrimci hareketine, toplumsal muhalefete karşı topyekun bir saldırı başlatılmıştı. “Gözaltında kayıplar” ve “yerinde infazlar”la birçok devrimci işkencede, sokakta, evinde katledildi. Devlet içinde çeteleşmenin ve kontrgerilla eylemlerinin çok yaygın olduğu bir dönem yaşandı.
Remzi Basalak, devrimciliğin “moda” halini aldığı ve insanların yığınlar halinde örgütlere aktığı dönemi de, faşist terör altında ezildiği, teslim olduğu, başını kaldıramadığı dönemi de yaşadı. Yenilgileri de gördü zaferleri de…
Remzi’nin yaklaşık 15 yıllık devrimci yaşamı, Türkiye tarihinin en keskin iniş-çıkışlarını yaşadığı dönemdir. O, halk hareketinin en yüksek olduğu bir dönemde ‘70’li yılların sonunda devrimci saflara katılmıştı. Çok kısa bir süre sonra 12 Eylül darbesi geldi. ‘80’lerin ortasından itibaren ise toplumsal uyanış yeniden başladı ve 90’larda yükselişe geçti. Dolayısıyla 70’lerin sonundan 90’ların başına uzanan süreç, halk hareketinin zirveye çıktığı, ardından büyük bir yenilgi aldığı, sonra yeniden toparlanıp yükseldiği tarihsel bir kesitti.
Remzi, devrimci saflara bir gençlik hevesi olarak katılmadığını, 12 Eylül sonrası “yenilgi yılları”nda direnişiyle ortaya koydu. ‘80’lerin ortalarından itibaren, sınavlardan geçmiş, olgunlaşmış bir komünist olarak mücadelenin yeniden yükselişine, hareketin toparlanışına önayak oldu.
Remzi’nin ’92 konsepti döneminde katledilmesi tesadüf değildir. O, bulunduğu dönemde ileriye fırlayan komünist bir militan olarak faşizmin boy hedefi haline gelmişti zaten. Son yakalanışında vurduğu tekmeyle, sadece “masa”yı değil 12 Eylül rejimini, faşist devleti sarstı. İşkencecilerin, basının önünde bile büyük bir hışımla ona saldırması, ardından hunharca öldürmesi; Remzi’den, Remzi’nin direnişinden, yarattığı etkinden duydukları korkunun göstergesiydi.
* * *
Remzi’nin direnişi “bilmiyorum” “tanımıyorum”la sınırlı olmayan, işkencehaneyi işkencecilere dar eden, meydan okuyan bir direniştir. Sadece direnişiyle değil, yeraltı savaşında ustalığı, bilinçli-gönüllü disiplini, insan ilişkilerinde sıcaklığı ve özeni ile onu tanıyan herkeste derin izler bırakmıştır. Bugünün değil, geleceğin dünyasının, sosyalizmin insanıdır o. Bitmeyen enerjisi ve coşkusuyla, kendini aşmanın sembolüdür.
“Her insan yaşamı boyunca kendi heykelini yontar.” Remzi de kendi heykelini yontarak ilerledi ve muhteşem bir sanat eseri çıkardı sonunda.

O, İbrahim Kaypakkaya ve Mehmet Fatih Öktülmüş’ten sonra işkencede direnişin simgesi oldu. Masaya inen tekmesiyle, 12 Eylül döneminden kalan “teşhir masası” mizansenine son verdi, tarihe iz bıraktı. Ve Türkiye devrimci hareketinin sahiplendiği bir değer haline geldi.
O bir kartaldı. Devrim kartalı!
Yaralı ve kolları arkadan bağlı olduğu halde polislerin üzerine yürürken, kanatlarını açmış havaya yükselen bir kartal gibiydi. Ve kendisini tanıyan-bilen herkesin gözünde hep öyle kaldı…
PDD – Proleter Devrimci Duruş Devrimler Tarihin Lokomotifidir