12 Eylül halen hesaplaşmayı bekliyor!

“Bir düdük çalınacak denilmişti / Bir düdük / Üfürüğü NewYork’ta, Washington’da / Sesi kulaklarımızda bir düdük…” 

Kavganın şairi Adnan Yücel, 12 Eylül’ün gelişini dizelerinde böyle betimliyor. Yükselen halk hareketini ve devrimci dalgayı bastırmak için ABD ve işbirlikçilerinin son çaresiydi 12 Eylül askeri faşist cuntası. Çünkü daha önce ileri sürülen sivil faşistler, onların cinayetleri, katliamları, durduramamıştı halkın coşkun akan selini.

Maraş, Çorum, Sivas katliamları 13 büyük ilde sıkıyönetim ilanına gerekçe yapıldı. Bu, cuntanın provası niteliğindeydi. Fakat sıkıyönetim de sökmedi. Sınıf mücadelesi büyüyerek devam etti.

İran ve Nikaragua devrimleriyle sarsılan ABD, Türkiye’yi de kaybetmekten korkuyordu. Diğer yandan ABD tekellerinin ve işbirlikçilerinin azami karı, yükselen işçi-emekçi hareketiyle zora girmişti. Tüm dünyada başlattıkları neo-liberal politikaları Türkiye’de uygulayamıyorlardı. 24 Ocak Kararları’nın uygulanabilmesi için, süren grev ve direnişlerin bitmesi, elde edilen hak ve özgürlüklerin gaspedilmesi gerekiyordu.

12 Eylül askeri faşist cuntası, işte böyle birçok faktörün birleşmesiyle, ama aslolarak Türkiye tarihinin en büyük halk hareketini bastırmak amacıyla tezgahlandı. Onun içindir ki, işbaşına gelir gelmez, komünist ve devrimcilere yöneldi. Yaklaşık bir milyon insanı gözaltına aldı, işkenceden geçirdi. Komünist ve devrimci önderleri, işkencede, evde, sokakta, darağaçlarında katletti. Sendikalar ve her türlü örgütlülük, grevler, direnişler yasaklandı. Kitaplar yakıldı, sansürlendi. İlerici aydın ve öğretim üyeleri görevlerinden uzaklaştırıldı. Tüm halkın üzerinde büyük bir terör ve vahşet uygulayarak sindirmeye çalıştı.

Dinci gericiliğin en fazla yaygınlaştığı dönem, 12 Eylül dönemidir. Devrim tehdidi karşısında faşizm ve gericilik, her zaman kol koladır. AKP’nin sözde 12 Eylül karşıtlığının kitleleri kandırmak ve kendi yönetimlerini sağlamlaştırmak için olduğu sonrasında anlaşılmıştır. “Askeri vesayete, darbelere karşıyım” diyerek işbaşına gelen AKP, birçok sivil darbeyi gerçekleştirmiştir. Yargılayacaklarını söyledikleri cunta şefi Kenan Evren, 12 Eylül’ü meşrulaştıran bir ifade vermiş ölünceye dek Marmaris’teki evinde yaşamıştır.

Bir kez daha anlaşılmıştır ki, 12 Eylül’ü tüm uygulamalarıyla birlikte tarihin çöp kutusuna atacak olan, sadece ve sadece işçi ve emekçilerin mücadelesidir. 

* * *

12 Eylül, Türkiye devrimci hareketi açısından da bir turnusoldu. Devrimci örgütlerin önemli bir kesimi, cuntanın daha ilk günlerinde “geri çekilme” kararı aldılar, “bu koşullarda ekonomik mücadele bile verilemez” diyerek çekildiler. Önderlerinin ve kadrolarının büyük çoğunluğu yurtdışına kaçtı. Onun için 12 Eylül, Türkiye Devrimci Hareketi’nin geneli açısından dövüşsüz bir yenilgi oldu. Bugün hala devrimci hareketin kendini toparlayamamasında, bu yenilginin payı büyüktür.

Elbette bu vahşete direnenler de oldu. İrili-ufaklı işçi, emekçi direnişleri gerçekleşti. İhtilalci komünistler bulundukları tüm alanlarda faaliyetlerini sürdürdüler. Yeraltı yayın organlarıyla, bildiri ve afişleriyle işçi ve emekçilere ulaştılar, onlara güç ve moral verdiler. Örgütleri tarafından yüzüstü bırakılan birçok devrimci kadro ve taraftarı toplamaya, faaliyetin içine çekmeye çalıştılar.

Şair Adnan Yücel “durdu bir avuç yiğit, bir tutam kır çiçeği” diyerek direnen ihtilalci komünistleri anlattı “Yeryüzü Aşkın Yüzü Olacak” adlı şiir kitabında. Komünistler işkencede ‘adressiz sorgular’, faşist mahkemelerde ‘yargılayan savunma’ geleneğini yarattılar. 12 Eylül’den 17 gün sonra Bağcılar’da, kuşatıldığı inşaatta çatışarak şehit düşen Osman Yaşar Yoldaşcan’ın “hücum” komutu, 12 Eylül taktiklerini belirledi. Son neferlerine kadar mücadeleyi kesintisiz sürdürdüler, her yerde direnişin başını çektiler, işçi ve emekçilerin yüreğindeki umudu canlı tuttular. Bu umut, İsmail Cüneyt komutasında M. Ali Doğan ve Aslan Tel’in Sefaköy’deki evi “granitten bir kale” yaparak şehit düşmeleriyle, Mehmet Fatih Öktülmüş’ün ‘84 Ölüm Orucunda “biz kazanacağız” şiarıyla büyüdü; 12 Eylül karanlığını yaran şimşek oldu.

Denilebilir ki, bir avuç komünist ve devrimcinin direnişi neyi değiştirebilir ki? Buna Engels’in sözüyle karşılık verdiler: “Sert bir çarpışmadan sonraki bir yenilgi, devrimci önemi kolayca kazanılan bir zafere eşit bir olaydır. (…) Arkalarında, yaşayanların ruhunda, devrim zamanı, enerjik ve tutkulu bir eylemin en büyük uyarıcılarından biri olan bir öcalma isteği bırakırlar. Her savaşımda…yenilme tehlikesi vardır. Ama bu yenildiğini kabul etmek ve vuruşmaksızın teslim olmak için bir neden midir?”

Böyle düşündüler, böyle hareket ettiler. Ve arkalarında bir direniş mirası bıraktılar. Bugünün ve yarının devrimcileri, bu mirasın üzerinden yükselsin diye…

* * *

12 Eylül hala hesaplaşmayı bekliyor. Faşizmin tüm vahşetine, terörüne rağmen, işçi ve emekçiler, gençler, bu topraklarda direniş tohumlarının yeniden filizleneceğini gösterdiler.

Faşizmin gericiliğin cenderesinin hüküm sürdüğü bu günler de aşılacaktır. En zor dönemlerde bile direnenler yolumuzu aydınlatıyor, bize yön gösteriyor. Her zaman “tarihin en güzel yerinde/SON SÖZÜ HEP DİRENENLER SÖYLER!”

 

12 Eylül darbesi ile birlikte:

650 bin kişi gözaltına alındı

1 milyon 683 bin kişi fişlendi

210 bin tane dava açıldı

230 bin kişi sıkıyönetim mahkemelerinde yargılandı

14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı

388 bin kişiye pasaport verilmedi

23 bin 700 dernek faaliyetten men edildi

644 cezaevinde 52 bin kişi tutuklu ve hükümlü olarak kaldı

171 kişi işkencede katledildi

18 devrimci idam edildi

39 ton kitap, gazete, dergi yakılarak yok edildi; 40 bin tonu, yok edilmek üzere depolara saklandı.

927 yayın yasaklandı

Bin polis “üstün hizmetlerinden dolayı” ödüllendirildi

* * *

1980’de sendikalı işçi sayısı 5 milyon 721 bin 74 iken, 1985’te sendikalı işçi sayısı bir milyon 711 bin 74 oldu.

Bir işçinin 1979’da günlük ücreti 8.4 dolar iken, 1985’te günlük ücreti 4.0 dolara düştü

Dış borç; 1979 yılında 14.2 milyar dolar iken, 1987’de 36.0 milyar dolara yükseldi.

Bunlara da bakabilirsiniz

Mütevazı önderlik yönüyle ATAMAN İNCE (*)

Ekim ayı şehitlerimizden biri de Ataman”dır. Ataman İnce, 25 Ekim 1981 tarihinde işkencede katledildi. Öldüğünde …

Devrim Kartalı REMZİ BASALAK

Remzi Basalak, 1963 yılında Adana’nın Ceyhan ilçesinde doğdu. Az topraklı çiftçi bir ailenin çocuğuydu. İlkokulu …

Yoldaşcan’ın izinden yürüyen ŞABAN BUDAK

  Şaban Budak, yoksul bir ailenin çocuğu olarak 1963 yılında Niğde’de doğdu. İlkokuldan itibaren hem …