
Üniversiteler bu yıl beklendiği gibi eylemlerle açıldı. 19 Mart direnişiyle mücadeleyi yükselten öğrenciler, yeni döneme biriken sorunlarla ve ona karşı büyüyen tepkiyle girdiler.
Üniversitelerde öğrencilerin barınma, beslenme gibi temel ihtiyaçları karşılanmazken, yeni zamlarla ve uygulamalarla daha katmerli hale geldi. Hemen her üniversitede yemekler yüzde 100’e varan oranda zamlandı, kimi üniversitelerde “yemekhaneye rezervasyon” gibi yeni zorluklar çıkartıldı.
Aynı şekilde yurt ücretleri artarken, yurtlar daha güvensiz ve sağlıksız bir şekilde açıldı. KYK’ya bağlı Cevizlibağ Kız Yurdu’nda yaz dönemi dolaplar kırılmış, çamaşırlar ortalığa saçılmıştı. Geçtiğimiz günlerde Osmaniye’de sıcak su olmadığı için soğuk su ile duş almak zorunda kalan bir öğrenci fenalaştı ve kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdi. Yurtlarda intihar olayları arttı.
Van Üniversitesi başta olmak üzere birçok üniversitede Rojin Kabaiş’in öldürülmesine karşı eylemler yapılıyor. Rojin’in intihar etmediği, cinsel saldırıya maruz kaldığı ve öldürüldüğü netleştikten sonra tepkiler çığ gibi büyüdü. Üstelik Rojin, Van Üniversitesi kampüsünde bulunan yurtta kalıyordu. Bu durum yurtların ne kadar güvensiz olduğunu bir kez daha gösterdi. Öğrenciler haklı olarak Van Üniversitesi Rektörü’nü, onun ölümden sorumlu tutuyor. Öğrencilerin can güvenliği bile tehlike altında.
Diğer yandan barınma, beslenme, ulaşım gibi temel ihtiyaçlar bir yıl içinde ikiye-üçe katlanırken, aldıkları burslarda kayda değer bir artış görünmüyor. Günümüzde bir öğrencinin aylık maliyeti, asgari ücretin üzerine çıktı. Buna karşılık 3 bin TL’lik bursla geçinmesi bekleniyor. Üstelik bu burs paraları faiziyle birlikte geri isteniyor.
Üniversite gençliği ekonomik olarak öylesine kıskaca alınmış ki, üniversitelerdeki eğitimin içeriğine, bilimsel, demokratik sorunlara sıra bile gelmiyor.
İşçi-emekçi ailelerin çocukları artık üniversite okuyamaz hale geldi. Okulunu donduranların, okurken çalışanların sayısı hızla artıyor. İlk kez üniversite sınavına katılım oranı düşüşe geçti. Yoksul öğrenciler bir an önce çalışma hayatına atılmak zorunda kalıyor.
Bu duruma isyan etmemek mümkün mü?
Öğrenciler de isyan ediyor! Sağlıklı ve ucuz beslenme-barınma hakkı için neredeyse her gün eylem yapıyor! Kendilerine reva görülen bu hayatı reddediyor!
Faşizmin üniversitelerdeki kurumu: YÖK
Üniversitelerin bu hale gelmesinde YÖK (Yüksek Öğrenim Kurulu) çok önemli bir role sahip. 12 Eylül askeri faşist darbesinin eseri olan YÖK, 40 yılı aşkın süredir üniversitelerin başına çöreklendi. Bu süre içerisinde gelen tüm hükümetler YÖK’ü kaldırma sözü verdikleri halde onu daha kalıcı hale getirdiler, gerici-faşist niteliğini pekiştirdiler.
YÖK’ün amacı, üniversiteleri toplumsal muhalefetin bir alanı olmaktan çıkarmak, araştırmayan, sorgulamayan, tornadan çıkmış beyinler yetiştirmek ve sermayenin hizmetine sunmaktı. İlk icraatı da 1402 sayılı yasa ile 486 öğretim üyesini, 790 öğretim görevlisini ve 50 bin öğrenciyi üniversitelerden atmak olmuştu. Üniversiteler, anti-demokratik ve hiyerarşik bir yapıya dönüştürülürken Türk-İslam sentezli ideolojinin üretildiği alanlar haline getirildi.
YÖK, üniversitelerde ticarileşmenin de önünü açtı. Özel ve Vakıf Üniversiteleri’nin kurulup yaygınlaştırılmasından ‘harç’ adı altında öğrencilerden para alınmasına, kar amaçlı olarak bilgi üretiminin yaygınlaştırılması ve eğitim hizmetlerinin ticarileştirilmesine kadar yaşanan sürecin belirleyeni oldu.
AKP döneminde ise, YÖK daha da perçinlendi. Her alanda olduğu gibi eğitimde de özelleştirme furyası AKP döneminde arş-alaya çıktı. Bugün 78’si özel ve vakıf üniversitesi olmak üzere 200’ü aşkın üniversite bulunuyor. Kamuya ait üniversitelerin çoğu “gecekondu” tarzında açılan üniversitelerden oluşuyor. İstanbul gibi bir metropolde toplam 49 üniversitenin 40’ı özel.
Eğitimin özelleşmesi, yoksul çocukların eğitim hakkının elinden alınması demek. Aynı zamanda üniversite eğitimin tamamen sermayenin ihtiyacına göre belirlenmesi anlamına geliyor. Bir avuç iyi eğitimli gence karşılık milyonlarca genç ucuz işgücü olarak patronların hizmetlerine sunuluyor.
AKP dönemi eğitimin gericileşmesi ve içinin boşaltılmasında kendinden önceki tüm hükümetlere rahmet okuttu. Cahil bırakılmış, itaate-tevekküle alıştırılmış bir tebaa yaratmak için eğitimi tarikatların eline bıraktılar. Buna karşı duran öğrenciler, öğretmenler, veliler üzerinde büyük bir baskı ve şiddet uyguladılar. KHK’larla binlerce öğretmen meslekten atıldı, “mülakat” adı altında devrimci demokrat öğretmen adayları elendi. Eylemci öğrencileri disiplin cezalarıyla okuldan uzaklaştırdılar, hapse attılar.
YÖK’ün kuruluşundan itibaren üyelerinin çoğunluğu doğrudan cumhurbaşkanı ve hükümetin atadığı kişilerden oluşuyordu. Rektörleri, dekanları da YÖK belirliyordu. “Cumhurbaşkanlığı sistemi” denilen ucube sistemle birlikte, artık hepsini Erdoğan belirliyor. Göstermelik rektör seçimlerine bile tahammül edemiyorlar. YÖK’ün bugün geldiği nokta kayyum sistemi oldu. Üniversiteleri kayyumla yönetmeye başladılar.
6 Kasım’da sokağa, eyleme…
YÖK’ün kuruluş günü olan 6 Kasım, her yıldönümünde üniversite gençliği tarafından protesto edildi. Mücadelenin yükselişe geçtiği 90’lı yıllarda genel boykotlarla karşılandı. Sonraki yıllarda eylemsel bir düşüş yaşandıysa da 6 Kasım her daim öğrenci gençliğin protesto günü oldu.
19 Mart direnişiyle toplumsal muhalefetin önemli bir dinamiği olduğunu gösteren üniversiteli gençlik, yeni öğretim yılındaki eylemleriyle de bu ivmeyi sürdürüyor. Şimdi bunu 6 Kasım’da zirveye taşıma zamanı…
6 Kasım YÖK protestosu, sadece 6 Kasım’da yapılacak bir eylemle de sınırlanmamalıdır. Yaklaşık bir hafta süren bir kampanya şeklinde ele alınmalıdır. Üniversite gençliği YÖK’ün hangi amaçla ne zaman kurulduğunu, bugüne kadar neler yaptığını, gelinen noktadaki rolünü ayrıntılı biçimde öğrenebilmelidir. Sözlü-yazılı materyallerle, forumlar, paneller, seminerler vb. biçimlerle YÖK teşhir edilmelidir.
Yanısıra beslenmeden barınmaya, eğitimin gericileşmesinden ticarileşmesine kadar üniversitelerin tüm sorunları, bu faaliyetler içinde işlenmelidir. Esasında bütün sorunların kaynağı YÖK’tür. YÖK’ü yıkmayı başarmadan bunlardan kurtulmak da mümkün değildir.
6 Kasım, bütün bu hazırlığın üzerinden yükselecek bir finaldir. Kampüsten caddelere taşan yürüyüşler, ders boykotu gibi eylem biçimleri mümkündür. Yeter ki, gereken hazırlıklar önceden yapılabilsin, öğrencilerin önemli bir kısmı bu faaliyetlerin içinde yeralsın…
Elbette her üniversite kendi özgül durumuna göre eylem biçimlerini belirleyecektir. Bununla birlikte merkezi düzeyde 6 Kasım eylemi çok önemlidir. Öğrenci gençliğin kitlesel ve merkezi bir önderlikten yoksun oluşu, bugün önündeki en büyük engeldir. Buna karşın biraraya gelmeyi, merkezi bir eylem örgütlemeyi başarabilmelidir. 19 Mart sonrasının ilk 6 Kasımı, bu direnişe denk düşecek bir eylemlilikle tarihe geçmelidir.
Sadece öğrenci gençlik değil, en başta tüm üniversite bileşenleri (öğrenci, öğretim üyesi, çalışanlar) bu faaliyetin bir parçası olmalıdır. Yanısıra öncü işçiler, devrimci demokrat kurumlar üniversite gençliğini 6 Kasım’da yalnız bırakmamalıdır. Çünkü YÖK, sadece üniversitelere çöreklenen bir kurum değildir; tüm ülkenin üzerine çöreklenmiş, geleceğimizi çalmıştır. YÖK’e karşı mücadele, 12 Eylül faşizmine ve onun günümüzdeki uzantılarına karşı mücadeledir!
YÖK Kalkacak, Polis Gidecek, Üniversiteler Bizimle Özgürleşecek!
Yaşasın Özerk-Demokratik Üniversite Mücadelemiz!
Yaşasın Gençliğin Faşizme Karşı Birleşik Mücadelesi!
PDD – Proleter Devrimci Duruş Devrimler Tarihin Lokomotifidir