“Suça sürüklenen çocuklar”ı yargılamak…

İstanbul Kadıköy’de bıçaklı saldırı sonucu öldürülen Mattia Ahmet Minguzzi’nin ardından kamuoyunda yoğun olarak tartışılmaya başlanan kavramlardan biri de “suça sürüklenen çocuk”lar oldu.

Suça sürüklenen çocuk ne demektir? Bu kavram 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu Madde 3’te şu şekilde tanımlanıyor: “Kanunlarda suç olarak tanımlanan bir fiili işlediği iddiasıyla hakkında ceza soruşturması ya da kovuşturması yapılan çocuk.”

Türk Ceza Kanunu Madde 31’de ise cezai sorumluluk 0-12, 12-15, 15-18 yaş aralıkları olmak üzere 3 farklı kademede, bireyin bilişsel-duygusal-sosyal gelişimine bağlı olarak değerlendiriliyor.

Tarihsel olarak çocuk ceza adaleti, cezalandırma değil iyileştirme-rehabilitasyon hedefiyle yola çıkmıştır. Son olarak 1989 tarihli Birleşmiş Millet Çocuk Haklarına Dair Sözleşme ile de, çocukların özel bir koruma rejimine tabi tutulması gerektiği vurgulanmış ve çocuk adalet sisteminin cezalandırmadan ziyade topluma yeniden kazandırmaya yönelmesi gerektiği normatif bir ilke haline getirilmiştir.

Şüphesiz ki burjuva hukukunun ve cezaevlerinin bu şekilde işlemediğini biliyoruz. Hapishanelerdeki çocuklar her türden kötü muameleye, tacize, tecavüze, yaşam hakkı gasplarına maruz kalıyor. Orman kanunlarının işlediği bir sistemde, en “güçsüz” durumdaki çocuklar, bunun sonuçlarını en acı biçimde yaşıyorlar.

Suça sürüklenen çocuklar nasıl yaratılıyor? Ve onlara karşı nasıl bir tutum almak gerekiyor.

15 yaşındaki Ahmet Minguzzi’nin Ocak 2025’te 15-16 yaşındaki iki çocuk tarafından saldırıya uğrayarak öldürülmesi, herkesin yüreğini yaralayan, tam bir vahşet örneğiydi. 16 yaşındaki iki çocuk, ortada hiçbir sebep yokken, Ahmet Minguzzi’ye saldırmış, doğrudan ölümcül noktalarından bıçaklayarak acımasızca öldürmüş, kanlar içinde yatarken kafasını tekmelemiş, sonrasında birbirlerini kutlamış, ceza indirimi getirecek profesyonel ifadeler vermiş; mahkeme öncesinde Ahmet Minguzzi’nin mezarı tahrip edilmiş, ailesi sistematik biçimde tehditlere maruz kalmıştı.

Ahmet Minguzzi davasında katil zanlısı olarak yargılanan çocuklar da, son dönemde ağır suçlar işleyerek haberlere konu olan diğer çocuklar da İstanbul’un yoksul mahallelerinden. Çoğu, eskiden devrimcilerin güçlü, mücadelenin ve gelecek umudunun yüksek olduğu mahalleler. Ancak devletin sistematik saldırıları sonucunda devrimci faaliyet bu alanlarda giderek zayıflamış; çoğunda tükenmiş. Mücadeleye dair umutlar da böylece tükenmiş. Hepsi okulu bırakmışlar; eğitim yoluyla yaşadıkları hayatı değiştirme, bir çıkış yolu bulma umutları da yok. Bulundukları alanlarda tam bir çıkmaz içinde yaşıyorlar. Diğer taraftan, sistemin bütün unsurları zorbalığı, çeteciliği, orman kanunlarını, “gücü gücü yetene” anlayışını yerleştirmek üzere kurgulanmış.

Sonuçta çetelerin tetikçiliğini yapan, yaşından daha fazla suç kaydına sahip olan bu çocuklar, en vahşi cinayetleri pervasızca işleyebilecek bir hale geliyorlar; mafyanın tetikçisi oluyorlar.

Suça sürüklenen çocuklar, kapitalizmin doğal sonucu olarak, işçi-emekçi semtlerinde çevresi geleceksizlikle sımsıkı sarılmış çocuklar arasından çıkıyor. Devlet, devrimcileri ve devrimciliği yok etmek için mahallelere çeteleri sokuyor. Uyuşturucu, fuhuş, hırsızlık, gasp, insan öldürme… Filmler ve diziler yoluyla bu tip çete üyelerinin zenginlik içindeki yaşamları empoze ediliyor. Çocuk yaşta okulu bırakmak zorunda kalan ve çalışma hayatına zorlanan gençlere bir seçenek gibi sunuluyor çeteler. Çocuklar bu dizilerdeki karakterler gibi konuşmaya, hareket etmeye başlıyor. Bugün hangi yoksul mahalleye gitsek örneklerini görürüz.

Ahmet Minguzzi davasında toplumsal çöküşün ve yozlaşmanın sınıfsal boyutu gözardı edilerek, çocukların yetişkin gibi yargılanması ve ceza indiriminin uygulanmaması talep ediliyor. Televizyon programlarında, sosyal medyada, kamuoyunda bu tartışılıyor. Erdoğan, Ahmet Minguzzi’nin ailesi ile görüşerek yasal düzenleme yapılacağının sözünü veriyor.

Çocuğu öldürülmüş, üstelik bu davayı gündemleştirdiği için tehditler alan, yargıya da sisteme de güvensiz acılı bir annenin duygularını, taleplerini anlamak zor değil. Ancak Erdoğan’ın sözünü verdiği yasal düzenlemenin, acılı bir annenin duygusal talepleri sonucu oluşmadığı açık.

Bir çocuğun yetişkin gibi yargılanabilir olması demek, çocukluğun bitmesi demektir. Bir çocuğun “cezai ehliyeti”nin olduğunu iddia etmek, suçu bilinçli ve iradi biçimde işlediğini savunmaktır.

Ve bu yaklaşımın, görünenin ötesinde sonuçları olacaktır.

Bu yaklaşım, en başta toplumsal bozulma ve yozlaşmada devletin, hükümetin payını, sömürücü sistemin rolünü yok sayan bir yaklaşımdır. Yargılanması gereken sömürücü sistemdir; eğitim, sağlık, barınma gibi en temel haklarından yoksun bırakılarak sistemin çarklarına fırlatılmış olan tek tek çocuklar değil. Öncelikle “bir bebekten katil yaratan sistem” sorgulanmalı, “suça sürüklenen çocuklar”ı suça sürükleyen toplumsal yapı hedef alınmalıdır. Bu yapılmadığında, sistem bir kenara bırakılarak bir çocuk hedefe çakıldığında, belki o çocuk ağır bir ceza alabilir. Ancak toplamda hiçbir şey değişmeyecek; tam tersine toplumsal çürüme, yozlaşma ve suç her geçen gün katlanarak artacak, yeni çocuklar yeni ve daha ağır suçlar işlemeye devam edecektir.

Ve bu yol bir kere açıldığında, sadece yargı alanında değil, hayatın her alanında çocuk istismarı meşrulaşacaktır. 18 yaşın altındaki bir çocuğun, “cezai ehliyet”e sahip olduğu, yani suçu bilinçli ve iradi biçimde işlediği bir kere kabul edildiğinde; o çocuğun aynı zamanda “evlenme” ya da “okulu bırakma” ya da “çalışma” konularında da bilinçli ve iradi kararlar alabildiği ileri sürülecektir. Böylece 18 yaş altında kölelik koşullarında çalıştırılan bir çocuk artık “çocuk işçi” olmayacaktır. Evlendirilen bir kız çocuğu artık “çocuk gelin” olmayacaktır. Kendi bilinçli kararları ve iradeleriyle çalıştıkları, evlendikleri iddia edilecektir. Böylece çocukların tüm hakları ellerinden alınacak, “çocuk işçi” ve “çocuk gelin” meşrulaşacaktır.

Yoksul mahallelerde yaşayan çocuklara iki seçenek sunulmaktadır. Ya devletin ve medyanın özendirdiği çetelere katıl, uyuşturucuya bulaş, katil ol! Ya da çocuk yaşta sermayenin çarkları arasında ezil, zengin bir adama satıl!

MESEM burjuvazinin yoksul aile çocuklarına sunduğu yasal bir seçenek. Haftanın bir günü okula, dört günü bir işyerine giden çocuklar “erken yaşta hayata atılıyor” ve bu sürenin sonunda ustalık belgesi alıyorlar. Ancak MESEM sermayenin ucuz işgücü ihtiyacını tam anlamıyla karşılayamıyor. Burjuvazinin çocuk işçiliğin tam anlamıyla yasallaşmasına ihtiyacı var.

Konuşulan yasal düzenlemenin, herhangi bir eyleme katılmış gençleri de vuracağı çok açık. Yaşam koşullarından memnun olmayan 18 yaş altı birçok genç 19 Mart sürecinin bir parçasıydı. Berkin Elvan örneği önümüzde duruyor. Katilleri yıllardır hak ettiği cezayı almadı, Erdoğan ise çıkıp Berkin’e “terörist” diyebildi, annesini yuhalatabildi.

Mevcut yasalar kitap üstünde çocuk işçiliğini, çocuk gelini, çocukların yetişkin gibi yargılanmasının önünü kapatıyor. Ancak pratikte bu şekilde işlemiyor. Burjuvazi, mücadele sonucunda kazanılmış yasal hakları gaspetmek için her fırsatı değerlendiriyor. Mücadeleyle kazanılmış hakları korumak için bile mücadele etmek, toplumsal muhalefet oluşturmak gerekiyor. İnsan onuruna yakışır bir yaşamın yolu, mücadele etmekten geçiyor.

Bunlara da bakabilirsiniz

Nepal’de halk ayaklanması

Nepal’de hükümetin artan yolsuzlukları ve sosyal medya platformlarını engellemesinin ardından patlayan kitle öfkesi, ayaklanmaya dönüştü.  …

Paris’te Yılmaz Güney anması yapıldı

Yılmaz Güney, ölümünün 41.  yıldönümünde Paris’teki mezarı başında anıldı. Devrimci demokrat kurumların çağrısıyla yapılan anma, …

YILMAZ GÜNEY: Sanatçı, devrimci, özgürlük simgesi…

Bugün, devrimci Kürt sanatçı Yılmaz Güney’i mezarı başında andık. 41 yıl önce çok genç yaşta …