Orman yangınlarının biri bitmeden diğeri başlıyor. Her yıl aynı felaketi yaşıyoruz. Ve her yıl, bir öncekinden daha büyük kayıplar veriyoruz.
Ormanla birlikte içindeki bitkiler, börtü-böcek, hayvan da ölüyor. Bu yıl yangınlarda orman işçileri, Akut görevlileri de hayatlarını kaybetti. Boşaltılan köy ve mahallelerdeki insanlar, büyük olasılık bir daha evlerine dönemeyecek. Hem doğanın dengesi, ekosistem bozuluyor, hem de orman bölgeleri insansızlaştırılıyor.
Ve yine yangın söndürme uçaklarının yetersizliğinden, ekipman sıkıntısından, eğitimsizlikten yakınıp duruluyor. Bütün bunların basit bir “ihmalkarlık” olmadığı çok açık değil mi?
Ormanlar kasıtlı biçimde yakılıyor veya yakılmasının önü açılıyor. Daha önemlisi söndürülmüyor. Böylece maden, inşaat, turizm tekellerine alan açılıyor.
Üstelik Temmuz ayı içinde “süper talan yasası”nı meclisten apar-topar geçirdiler. Maden ve enerji tekellerinin önündeki engelleri temizlemeyi amaçlayan bu yasanın onaylanmasıyla, ÇED raporunu da beklemeden, istedikleri yerde “acele kamulaştırma” kararı aldırıp faaliyete geçecekler. Ormanlara, meralara, zeytinliklere, derelere bütün doğal zenginliklerimize el koyacaklar.
Ne iç hukuka ne uluslararası anlaşmalara sığan bu yasal düzenleme, tıpkı orman yangınlarında olduğu gibi insanları evinden-yurdundan zorla kopartıyor. Halkın küçük mülkiyetini de gaspedip tekellere sunuyor. Bir yerde sefalet, diğer yerde servet böyle büyüyor. Ve gıda krizi, su krizi, iklim krizi vb. tüm krizler, işte bu tekellerin doymak bilmez kar hırsından ve onlara çanak tutan yönetimlerden kaynaklanıyor.
Doğayı ve insanı sadece sömürmekle kalmayan, aynı zamanda yokeden bu kanemicileri durdurabilmek, bir ölüm-kalım savaşı halini aldı. Kendi deneyimleriyle bunun farkına varan köylüler başta olmak üzere halk, toprağına, suyuna, zeytinliklerine sahip çıkıyor, sürekli eylemler yapıyor; kimi yerde fiilen engelliyor. Geleceğimizi kurtaracak olan, halkın bu uyanışı ve direncidir.
* * *
Kitle tabanı her geçen gün eriyen AKP-MHP yönetimi, muhalif güçlere saldırarak ayakta durmaya çalışıyor. CHP’ye dönük saldırılar devam ediyor. En son Adana, Adıyaman ve Antalya belediye başkanları gözaltına alındı; Adıyaman dışındaki başkanlar tutuklandı ve görevden alındılar. Bu illerde büyük protestolar yapıldı. Halk seçme-seçilme hakkının gaspedilmesine karşı tepkisini, yine eylemlerle ortaya koydu. Özellikle Adana’da Zeydan Karalar için günlerce süren eylemler yapıldı, İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından en uzun süren kitlesel eylemler gerçekleşti.
Erdoğan, siyasi rakiplerini güçsüz düşürmek için her yolu mubah görüyor. İtirafçılaştırma, itirafçılar aracılığıyla yeni suç ve suçlular yaratma bunlardan biri. İtirafçılaşmayı kabul etmeyenleri ise yıllarca içeride tutmakla ve aileleriyle tehdit ediyor. Ya da Beylikdüzü Belediye Başkanı Murat Çalık’a yaptıkları gibi hasta haliyle süründürüyor, fiziki-psikolojik işkence yapıyor. Birçok hasta tutsak, içeriden tabutla çıkıyor.
Bir yandan da halkı “açlık sınırı”nın altında bir yaşama mahkum ediyorlar. Kamuda çalışanların TİS’leri için önerdikleri zam, TÜİK’in enflasyon rakamlarının bile gerisinde. Zaten artık zam oranları “hedef enflasyon” dedikleri uyduruk rakamlarla belirleniyor. Kamuda son verdikleri rakam yüzde 24 oldu.
İşçilerin basıncıyla bazı talepleri dile getiren işbirlikçi sendikalar, aylardır hükümeti grevle tehdit etmelerine rağmen, dişe dokunur bir eylem yapmadılar. Basın açıklamalarıyla geçiştirerek masaya oturmaya hazırlanıyorlar. Elbette buna kamu işçileri tepkisiz kalmayacaktır.
Kamu TİS’lerinde olduğu gibi, asgari ücret konusunda da hayal kırıklığı yaşandı. Açlık sınırının bile çok altına düştüğü halde asgari ücrete zam yapılmadı. Benzer şekilde emeklilerin zam talebi de karşılanmadı.
Erdoğan yönetimi, tekellere sınırsız sömürü ve yağma alanı açarken, işçi ve emekçileri “ölüm sınırı”nda çalıştırıyor. Bu da yetmiyor, hafta tatiline göz dikiyor. Turizm sektöründe çalışanlar artık 11 günde 1 gün tatil yapabilecek. Bunun diğer sektörleri de kapsayacağını öngörmek zor değil. Türkiye zaten uzun çalışma saatleri konusunda Avrupa birincisi. Şimdi hafta-sonu tatilini de gaspetme peşindeler.
Doğaya, hayvana, insana saldırılarına hız veren ve bu konuda kural-yasa tanımayan bir yönetimden “barış” ve “demokrasi” adımları beklenebilir mi?
Ama “süreç” devam ediyor. Öcalan’ın çağrısı üzerine PKK önce kendini feshetti, ardından silahsızlanacağını bir seremoni ile ortaya koydu. Türkiye cephesinde ise, TBMM bünyesinde bir komisyon kurma girişimi dışında atılan bir adım yok! Kaldı ki İYİP komisyona girmeyeceğini duyurdu, CHP ise temkinli yaklaşıyor ve koşullar ileri sürüyor. Burjuva kliklerin hepsini kapsamasını ve kitleleri ikna etmeyi amaçlayan “komisyon” daha baştan sakatlanmış durumda.
Erdoğan, bu “süreç”e asıl olarak kendi yönetimini ayakta tutmak için ihtiyaç duyuyor. AKP-MHP-DEM ittifakından sözetmesi, buradan hareketle “Türk, Kürt, Arap ittifakı”ndan dem vurup “yeni Osmanlıcılık” hayallerini alevlendirmesi, bunun kanıtı.
ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack da “Osmanlı millet sistemi”ni övmüş ve Ortadoğu için yine “model” olabileceğini söylemişti. “Türkiye bunların merkez noktası olabilir” sözleri ise, Erdoğan’ın “yeni Osmanlıcılık” iştahını kabartmış olmalıydı.
DEM Parti, Erdoğan’ın sözlerini yalanladı fakat bir “süreç ittifakı”ndan sözetti. TBMM’de oluşacak komisyona CHP’nin katılması konusunda da ısrar ediyorlar.
Kürt hareketinin kritik dönemlerde AKP’ye çok önemli destekler verdiği kimse için sır değil. Fakat kitle tabanı sürekli eriyen, “hasta tutsaklar” dahil hiçbir konuda adım atmayan bir yönetime destek vermeleri, en başta DEM’e çok şey kaybettirir. DEM’in tabanından tepki alır ve DEM’i destekleyen devrimci-demokrat kesimlerden kopmasına yol açar.
Ezilen, sömürülen tüm kesimler, emperyalist-kapitalist sisteme ve onun ülke içindeki uzantılarına karşı mücadele etmedikçe, bırakalım barış ve demokrasiyi, yaşama olanağımız bile kalmayacaktır. Ülkeyi her yönden yangın yerine çevirenleri, bu topraklardan söküp atmadıkça, yangın sönmeyecektir!…
Ormanları da, mutfakları da yangın yerine çevirenler bilmeli ki, bu ateş onları da yakacak!