
19-22 Aralık 2000, bir katliamın tarihi olduğu kadar, büyük bir direnişin tarihidir aynı zamanda.
Türkiye çapında tüm hapishanelere 19 Aralık günü büyük bir saldırı düzenlendi. Adına “Hayata Dönüş” dediler. Sözümona ölüm orucunda olan devrimci tutsakları “hayata döndürecek”lerdi. Sadece bu saldırılarda 28 tutsak can verdi.
Hapishaneler her zaman tutsaklar üzerinde baskı ve şiddetin uygulandığı mekanlar olmuştur. Egemenler, kendilerine boyuneğmeyenleri cezalandırmak, nedamet getirmelerini sağlamak için hapishaneleri inşa etmiş ve bu amaç için kullanmıştır. Fakat bu amacına ulaşamadığı zamanlar hep olmuştur. Düşüncelerinden taviz vermeyenler ve asla pişmanlık duymayanlar çıkmıştır ve bu kişiler tüm işkencelere, yıllarca süren hapisliğe rağmen boyuneğmeyi reddetmiştir.
Türkiye hapishaneleri işkence ve zulüm mekanları olarak da ünlüdür; ama birer direniş odağı olmaları bakımından da dünyada öne çıkan bir yere sahiptir. Özellikle 12 Eylül yıllarında hapishane direnişleri, mücadelenin önünü açması yönüyle de önemli bir rol oynamıştır. ’82 Diyarbakır, ’84 İstanbul cezaevlerindeki ölüm oruçları, sadece hapishanelerde değil, dışarı açısından da bir “dönüm noktası” olmuştur.
Devrim ile karşı-devrim arasındaki kıyasıya mücadele, en çıplak haliyle işkence ve zindanlarda sürer. Mücadelenin gücüne göre hapishane yaşamında da bazı haklar elde edilir; yaptırımlar gevşetilir, hatta özgürlük alanları genişletilir. Buna karşın devletin, tutsakların yaşamını darlaştırma, diz çöktürme çabası hiç bitmez.
‘80’li yılların ortalarından itibaren yeniden yükselen ulusal ve toplumsal mücadeleyi bastırmak için, devlet tüm yöntemleri devreye soktu. Bunların içinde hapishaneler özel bir yere sahipti. Çünkü hapse giren komünist ve devrimciler gerilemek şöyle dursun, dışarıya daha bilenmiş ve bilinçlenmiş olarak çıkıyordu. Devlet bu durumu “koğuş sistemi”ne bağladı. Devrimci tutsakların “komün” yaşantısının ve eğitim çalışmalarının kaynağı, onlara göre koğuşlarda hareketin liderleriyle sempatizan veya taraftarların birlikte kalmasıydı. O halde koğuş yerine “hücre tipi”ne geçmek ve liderleri ayırmak gerekiyordu.
‘90’ların ortalarında “Eskişehir Tabutluğu”nu bu amaçla uygulamaya geçirmek istediler. Fakat gerek fiili direnişler, gerekse de ’96 Ölüm Orucu, bu girişimi başarısız kıldı.
Ardından adına “F Tipi” dedikleri üç-beş tutsağın birlikte kalabileceği bir modeli devreye soktular. Halkı kandırabilmek için de yalan ve demagoji bombardımanı başlattılar. Bunlar “modern binalar”dı; “beş yıldızlı otel gibiydi!”
F Tipleri gerçekte tutsakları yalnızlaştırmayı amaçlayan hücre tipi cezaevleriydi. ABD ve Avrupa ülkelerinde hayata geçirilen, bina yapısından uygulamalarına dek “izolasyon” için hazırlanmış mekanlardı. Oradaki tutsaklar “sessiz ölüm” demişlerdi buralara.
2000’li yıllara devlet, tutsakları F Tipleri’ne sokma hazırlığıyla girdi. O dönem DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümeti işbaşındaydı. Yaşanan ekonomik krize karşı IMF politikaları dayatılmıştı. Olası toplumsal ayaklanmaları bastırmanın yolu olarak da hapishanelerin “ıslah edilmesi” halkın öncü güçlerinin ezilmesi gerekiyordu.
Başta devrimci tutsaklar olmak üzere işçi ve emekçiler, emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin topyekün bir saldırısı ile karşı karşıyaydılar. Buna karşı birleşik ve topyekün bir mücadele yürütmek gerekiyordu. Bu doğrultuda yapılan toplantılar, tartışmalar ne yazık ki sonuç vermedi. 20 Ekim 2000 tarihinde üç örgüt, sonradan ölüm orucuna dönüşecek açlık grevine başladı. Diğer örgütlerin eyleme başlama tarihi ise 10 Aralık’tı. Eyleme parçalı başlanmış olmak, sonraki sürecin de parçalı sürmesine ve zayıf düşmesine yol açtı. Keza devletin o süreçte attığı geri adımlar da değerlendirilmemiş oldu.
Bu durumu da kullanan devlet 19 Aralık günü tüm hapishanelere operasyon düzenledi. Tankları, topları, silahlarıyla onbinlerce asker, cezaevlerini kuşattı. Tutsakların üzerine ateş açtılar; gaz bombaları, kimyasal silahlar kullandılar. Bayrampaşa Cezaevi’nde kadın tutsakları “diri diri yaktılar”!
Tutsaklar koğuşlarda barikatlar kurdu, günlerce direndiler. Bazı cezaevlerine üç-dört günde zorlukla girebildiler. Girdikleri her yerde büyük bir terör estirdiler; yaralı tutsakları yerlerde sürükleyerek ringlere bindirdiler. F Tipleri’ne ancak bu şekilde götürebildiler.
Direniş F Tipleri’nde de ölüm orucu ve fiili direnişler şeklinde devam etti. Fakat parçalı başlayan ölüm orucu, yine parçalı biçimde sonlandı. Buna karşın devrimci tutsaklar yaptırımlara boyun eğmedi, çeşitli biçimlerle direnişi sürdürdü. Yılları bulan bir direniş sergileyerek faşizme teslim olmayacaklarını bir kez daha gösterdiler.
19 Aralık katliamı, sosyal-demokrasinin faşizmin yedek lastiği olduğu gerçeğini yeniden hatırlattı. Faşizm tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de yapmakta zorlandığı saldırıları, sosyal-demokrat hükümetlere ve liderlere yaptırtıyordu. İşkenceci Mehmet Ağar, 19 Aralık katliamından sonra, hapishanelere dönük saldırıyı yıllar önce planladıklarını ama bir türlü cesaret edemediklerini; “Ecevit’in başkanlığında bir hükümet olmasaydı böyle bir saldırıyı yapamayacaklarını” söyledi.
Keza Bülent Ecevit de “19 Aralık olmasaydı IMF politikalarını yaşama geçiremezdik” dedi. Tıpkı “12 Eylül olmasaydı 24 Ocak Kararları uygulanamazdı” diyen patronlar gibi…
19 Aralık sonrası, sadece devrimci tutsaklar için değil, işçi ve emekçiler için de daha kötü günler başladı. Birçok hak gaspı yapıldı. Çalışma ve yaşam koşulları daha da ağırlaştı. Zaten iki yıl sonra AKP hükümetleri dönemi başlayacak, her yönden geriye düşmeler yaşanacaktı.
Bugün S, Y gibi harflerle “yüksek güvenlikli” hapishaneler açılmaya devam ediyor. Tutsakların “kuyu tipi” olarak adlandırdıkları, havalandırmada bile gökyüzünün görülmediği hapishaneler açıldı. Hapishaneler dolup taşıyor. Tutsaklar tecrit koşullarında birçok haktan mahrum yaşıyorlar. Hasta tutsaklar bile tahliye edilmiyor. Hapishanelerden cesetler çıkıyor…
Bütün bu saldırılara rağmen tutsakların direnişi de sürüyor. Nazım Hikmet’in dediği gibi “mesele esir düşmekte değil, teslim olmamakta bütün mesele…”
Komünist ve devrimci tutsaklar, dün olduğu gibi bugün de teslim olmuyorlar. 19 Aralık’ta da teslim olmadılar! Büyük bir katliam yaşandı fakat aynı şekilde büyük bir direniş sergilendi.
Sonuç olarak 19 Aralık direnişi, eksiklikleri ve kazanımlarıyla tüm devrimci harekete mal olmuştur. Ve sonuçları da hep birlikte yaşanmıştır. Hiç şüphesiz eylemdeki tutumlarına göre, herkese düşen paylar da vardır. Ancak toplamında, artıları-eksileriyle Türkiye Devrimci Hareketi’nin hanesine yazılmıştır.
Bu katliamda ve büyük direnişte yaşamını yitirenleri bir kez daha saygıyla anıyoruz. 19 Aralık’ı unutmuyoruz, unutmayacağız!…
PDD – Proleter Devrimci Duruş Devrimler Tarihin Lokomotifidir