
“Asgari ücret”, kölelik döneminden kalma kriterler üzerinden şekillenen bir ücrettir. Köleci toplumda köle sahipleri, köleleri pervasızca çalıştırırdı; karşılığında gıda-giyim-barınma ihtiyaçlarını karşılamakla yükümlüydü. Tabi bu “yükümlülük” kelimesinden fazla bir beklentiye girmemek gerekiyor. Çıplak kalmayacak kadar giysi, başlarını örtecek kadar bir baraka, ölmeyecek kadar yiyecek… “Ölmeyecek kadar yiyecek”, sınıf mücadelesinin ilerleyişi içinde, kapitalist toplumda “ölmeyecek kadar ücret”e dönüştü.
Köleliğin vahşi sömürüsü, kölelerin en temel ihtiyaçlarını, en asgari düzeyde karşılamayı içeriyordu. Kapitalizmin başlangıç döneminin vahşi sömürüsü ise, bunu bile karşılamaktan uzaktı. Bu dizginsiz sömürü karşısında yükselen sınıf mücadelesi, yeni bir kavram oluşmasını sağladı: “En az geçim ücreti”. Bugün “asgari ücret” olarak tanımladığımız şey, yoğun bir mücadele ile elde edilmiştir; ve emekçilerin geçinmek için en temel gereksinimleri dikkate alınarak belirlenir.
Elbette tanımı böyle yapılmakla birlikte, gerçekte patronlar bunu bile vermemek için uğraşırlar. Mesela TÜİK adı verilen kurum, “en temel gereksinimler”in maliyetini hesaplarken, tüm matematik, istatistik vb hesaplamalarını altüst ederek “en az geçim ücreti”ni, asla geçim sağlanamayacak bir düzeye çekmeye çalışır. Patronlar “bizi de biraz düşünün” diyerek, işçilere ödeyecekleri ücretten biraz daha, biraz daha tırtıklamaya çalışır. Hükümet, sarayda lüks ve sefahat içindeki yaşamını koruma altına alır. Ama bütün bunlara rağmen, “asgari ücret” ve “en az geçim ücreti” kavramları, işçilerin yüzyıllar boyunca süren mücadeleleri içinde kazanılmış hakkıdır!
Asgari ücrete dönük ilk yasal düzenlemeler 1894’te Yeni Zelanda’da, 1896 yılında Avusturalya’da yapıldı. 1900’lerin başında İngiltere’de ve ABD’de asgari ücret uygulamaları görülüyor; ancak İngiltere’de yasal hale gelmesi 1929 yılını buldu. ABD’de ise, daha farklı bir gelişim seyri oldu. ABD Yüksek Mahkemesi 1923’te, çeşitli alanlarda uygulanmakta olan asgari ücreti, “ABD Anayasası’na aykırı” olduğu gerekçesiyle iptal etti. ABD’de asgari ücretin yeniden anayasal bir hak olarak kabul edilmesi, 1941 yılını buldu.
Sovyetler Birliği’nde ise, 1917 Ekim Devrimi’nin ikinci günü yayınlanan hükümet kararnamesi ile, 8 saatlik işgünü ve asgari ücret kabul edildi. Sovyet Devrimi’nin dünya işçi ve emekçileri üzerinde yarattığı etki, asgari ücretin resmileşmesi ve yaygınlaşması konusunda zorlayıcı bir unsur oldu. ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) 1928 yılında asgari ücret için genel bir tanım oluşturdu. Asgari ücret 1948’de İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne, 1961’de Avrupa Sosyal Şartı ilkeleri arasına girdi.
Osmanlı’dan bugüne “asgari ücret”
“Asgari ücret”in olmadığı dönemde, her işçi kendi bireysel (ya da grupsal) mücadele gücü kadar ücrete ulaşabiliyordu. Tabi cehalet, sınıf bilincinden yoksunluk, patrona feodal bağlarla bağlı olmak gibi pek çok unsur, bu mücadelenin önündeki engellerdi.
Asgari ücretin bölgesel ya da işkolları düzeyinde belirlenmesi noktasına gelinmesi bile, çok uzun bir sınıf mücadelesinin ardından gerçekleşti. Türk-iş Yayınları tarafından 1978 yılında çıkartılan “Asgari ücret-Türkiye ve Dünya Uygulaması”na göre; Türkiye işçi sınıfı tarihinde, kayıtlara geçen ilk “işkolu asgari ücret” belirlenmesi, 1806 olarak görülmektedir. Osmanlı arşivlerinde 2 Şaban 1226 (1806) yılında yayınlanan bir ferman, inşaat işçilerinin (sadece inşaat işçilerinin) ücretlerini belirlemekte, verilen rakamlardan daha düşük ücrete çalıştırmayı engellemektedir. Cumhuriyet öncesi ikinci asgari ücret ise Ereğli’de, kömür madenlerinde çalışan işçiler için gündeme gelmiştir. Tarih, 1921’dir. 151 Sayılı Ereğli Havzai Fahmiyesi Maden Amelesinin Hukukuna Müteallik Kanun’un 11 maddesi, madenciler için asgari ücreti düzenlemektedir.
TC’nin kurulmasının ardından, bir adım daha ileri gidilir ve “bölgesel asgari ücret uygulaması” başlatılır. 1923 İzmir İktisat Kongresi, “işçi ücretlerinin her üç ayda bir geçim şartlarıyla mütenasip olarak belediye meclislerince tespit ve ilanı ile müesseselerin buna uyma zorunluluğu kararlaştırılmıştır” cümlesini kayıtlara geçirir. Asgari ücretin tespiti belediyelere bırakılmıştır, bu işçiler için bölgesel eşitsizliklerin sürdürülmesi anlamına gelir; ancak tek tek patronların inisiyatifinden çıkartılmış olması da bir ilerlemedir.
1936 yılında çıkartılan 3008 Sayılı İş Kanunu ise, “basın ve deniz işçileri dışındaki tüm işçiler” için asgari ücret uygulamasını merkezileştirdi, bölgesel farklılıkları ortadan kaldırdı. Ancak uygulamaya 1951 yılında geçildi. Sonrasında çıkartılan çeşitli kanunlar ile asgari ücret konusunda kimi ilerlemeler sağlandı. Asgari ücretin ulusal düzeyde uygulanmasına ise 1974 yılında geçildi. Son olarak Nisan 2014’te çıkartılan yönetmelik, 16 yaş altındakiler için farklı asgari ücret uygulamasını bitirdi. Bu tarihten itibaren, “çıraklık” adı altında çok düşük ücret verilmesine bir sınırlama getirildi; 15 yaşın üzerindeki her çalışan, aynı asgari ücrete tabi oldu.
Bugün Anayasa’nın 55. Maddesi’nde, “Asgari ücret belirlenirken, çalışanların geçim şartları dikkate alınır” yazılıdır. 4857 sayılı kanun ile asgari ücret ödenmesi koruma altına alınmıştır. Ve “en az geçim” koşullarının çerçevesi “bir işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım, kültür vb. temel gereksinimlerinin en az düzeyde karşılanması” olarak belirlenmiştir.
Her hak mücadele ile kazanıldı
Yasalardaki bu iyileştirmelerin, zaman içinde atılan adımların hiçbirisi, hükümetlerin ya da egemenlerin bahşettiği bir lütuf olmadı. 1700’lerden itibaren Osmanlı topraklarında işçi sınıfı gelişirken, sınıf ile birlikte mücadelesi de gelişti.
Osmanlı’da ilk sendikal hareketlerin 1845 yılında başladığına dair, dönemin polis kayıtlarında çeşitli ifadeler bulunmaktadır. Ancak işçi direnişlerinin tarihi daha eskidir. 1830’lardan itibaren, fabrika ve sanayi işletmelerinin kurulmaya-yaygınlaşmaya başlaması ile birlikte, irili ufaklı birçok işyerinde ve fabrikada grev ve direnişler yaşandığı bilinmektedir. Sonrasında 1873’te Kasımpaşa Tersanesi’nde gerçekleşen grev, işçi sınıfı tarihimizin büyük etki yaratan ilk grevi olarak kayıtlara geçmiştir. II. Meşrutiyet dönemi, hem grevlerin hem de sendikal örgütlülüğün gelişmeye başladığı bir dönemdir. Mesela 1908 yılında, çoğu tramvay, demiryolu ve tütün işkollarında olmak üzere, irili ufaklı 27 grev gerçekleşti.
1923’te İzmir İktisat Kongresi’ne Türkiye’nin her köşesinden gelen işçileri temsilen bir grup da katılmıştı. Kongre’deki çiftçi grubundan da destek alan işçilerin hazırladığı 30 maddelik talepler listesinin başında “‘amele’ adı verilen kadın ve erkek çalışanlar, bundan sonra ‘işçi’ olarak tanımlanacaktır” yazıyordu. Keza 8 saat çalışma, 1 Mayıs’ın işçi bayramı olarak kutlanması, sendika kurma hakkı, hastalık izni ve ücretli yıllık izin gibi talepler de bu listede yer almıştı.
Tek tek fabrikalarda, ya da işkollarında verilen mücadele, çoğu zaman devletin çok ağır saldırısı ile karşı karşıya kaldı. Ve her direniş, yeni bir kazanım doğurdu; sonrasında hükümetler bu kazanımın yasal mevzuatını oluşturmak zorunda kaldılar.
Kazanılmış hakları yeniden kazanmak
Elbette bir kazanımın yasal güvenceye kavuşması da hiç bir dönem tek başına yeterli olmadı. Yasaya rağmen patronlar daha düşük ücretle çalıştırmaya, asgari ücreti “en az geçim” sınırının altına çekmeye, işçileri açlığa mahkum etmeye çalıştılar.
Ama bu zaten her konuda böyledir. Mesela Türkiye’de “basın ve ifade özgürlüğü”nden sözedilir; ancak hükümete muhalif yazı yazanlar her dönem hükümetlerin baskısı-saldırısı altındadırlar. Kadına yönelik şiddete karşı önemli bir çerçeve sunan İstanbul Sözleşmesi yürürlükteyken (2021 yılında Türkiye bu sözleşmeden çıktı) kadın cinayetleri de devam ediyordu, kadın katillerinin “iyi hal”den serbest bırakılması da… Bugünün Türkiye’sinde, asgari ücret ve civarında ücretle çalışanların istisna olması gerekirken; toplam çalışanların yarısından fazlasını oluşturmaktadırlar. Asgari ücretin altında ücret alanların sayısının ise, 2 milyon civarında olduğu bilinmektedir.
İşçi sınıfının bütün kazanılmış hakları, asgari ücret için de geçerlidir. Kazanılmış haklar için bile tekrar tekrar mücadele etmek, yeniden yeniden kazanmak gerekir. Mücadele gücünde, sınıf bilincinde, sınıfın örgütlülüğünde en küçük bir zayıflama olduğunda, patronlar ve onların savunucusu hükümetler, kazanılmış hakları geri almak, en azından uygulanmasını önlemek için harekete geçerler. Ve işçi sınıfı ayağa kalkmadığı sürece, daha fazla, daha yoğun, daha pervasız bir sömürüyü gerçekleştirmekten geri durmazlar.
Son asgari ücret pazarlıkları bunu bir kere daha gösterdi. “İnsanca yaşam” için, “asgari geçim” için gereken asgari ücret, işbirlikçi sendikaların oturduğu pazarlık masalarında kazanılmaz. Sarı sendika-patron-hükümet işbirliği ile işçilerin haklarının gaspedilmesini, “asgari ücret”in “sefalet ücreti”ne dönüşmesini önlemenin tek yolu, işçinin örgütlü-eylemli-sınıf bilinçli gücünün harekete geçmesidir.
PDD – Proleter Devrimci Duruş Devrimler Tarihin Lokomotifidir