
Erdoğan, BM 80. Genel Kurulu’na katılmak üzere 21 Eylül günü ABD’ye gitti. 22 Eylül günü yapılan oturumda, Gazze hakkında bir konuşma yaptı. 25 Eylül’de ise ABD Başkanı Trump ile görüştü.
Tüm bu ziyaretler için Erdoğan “fevkaladenin fevkinde geçti” cümlesini kurdu. Erdoğan otururken Trump’ın onun sandalyesini çektiği, elini samimi bir biçimde tuttuğu fotoğrafları da bunun kanıtı olarak gösterdi. Gerçekte ise, Türkiye’nin taviz üstüne taviz verdiği, Trump’ın küstah yaklaşımlarına sessiz kaldığı, yağmacı taleplerini alttan alan bir tablo sözkonusuydu.
Her konuda geri adım
Bu tür uluslararası görüşmelerde, önden bütün gündem belirlenir. Taraflar ön görüşmelerde hemfikirlik sağlamadığı koşulda, zaten görüşme gerçekleşmez. Erdoğan’ın Trump’la görüşmesi öncesinde de bu trafik yaşandı.
Özgür Özel’in verdiği bilgiye göre, Erdoğan’ın ABD’ye gidişinden birkaç gün önce Trump’ın oğlu Türkiye’ye gelmiş, Dolmabahçe Sarayı’nda Erdoğan ile gizli bir görüşme yapmıştı. Ve görüşmede Erdoğan’ın, Trump’un randevu vermesi karşılığında 300 Boeing uçak alacağı, F-16 satın almayı da konuşacağı kararlaştırılmıştı. Bu görüşme duyulmasın, yürütülen pazarlık tepki çekmesin diye, Trump’ın oğlunun ismi ziyaret defterine yazılmamış, görüşme çok gizli tutulmuştu. Sonuçta istediği oldu; 300 uçak satın alma sözü verdi, ABD’den yapılan ithalata bazı ek gümrük vergilerini kaldırdı ve bu tavizler sayesinde Trump’tan randevu almayı başardı.
Erdoğan’ın ABD’de olduğu günlerde ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Türkiye de dahil olmak üzere liderlerin Trump ile görüşmek için yalvardığını, “Başkanın elini 5 dakika sıkma izni için” uğraştıklarını söyledi. Yani ziyaret, daha ilk anda büyük bir aşağılama ile başladı.
ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack ise, “Trump Erdoğan’ın en çok ihtiyaç duyduğu şeyi verdi: Meşruiyet” sözleriyle bu aşağılamayı pekiştirdi. Erdoğan, karşılığında ne verirse versin, Trump ile görüşmenin kendisine meşruiyet sağlayacağını düşünüyordu. Koltuğunu koruyabilmek için her tavizi vermeye hazır olan Erdoğan, bu utanç verici sözlere tek bir cevap vermedi.
Trump’ın tutumu ve söylediği sözlerin her biri, bu tabloyu daha da pekiştirdi. Trump görüşme sonrasında basın toplantısında “Rahip Brunson 35 yıllığına hapse atılmıştı, Erdoğan’ı aradım ve Brunson’ı serbest bıraktı” dedi; Erdoğan’ın “Halkbank için iyilik istediğini” söyledi; Erdoğan’ı parmağıyla işaret ederek “Hileli seçimleri herkesten daha iyi bilir” sözleriyle Türkiye’deki seçim şaibelerini teyit etmiş oldu…
Yandaş basın, Trump’ın Erdoğan’ı karşılama ritüellerini öne çıkartarak, bu ziyaretin çok başarılı olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. Oysa, çok karlı bir anlaşma sözkonusu ise, Trump’ın ziyaretçiyi daha keyifli, daha taltifkar bir tutumla karşıladığı biliniyor. Erdoğan’la da karlı bir anlaşmayı önceden tamamlamış; bu nedenle keyifli biçimde karşılamıştı onu. İyi müşteriyi karşılayan satıcı gibi. Ancak söylediği sözlerin her biri, gerçekte onu ne kadar aşağıda gördüğünü kanıtlıyordu.
Erdoğan bu sözler söylenirken ya da sonrasında bu hakaretlere tek kelime cevap vermedi, veremedi. Ama Trump’ın karşısında önünü iliklemesi bir yana, verdiklerinin 300 defolu uçak satınalımı ve ek gümrük vergileri ile sınırlı olmadığı da ortaya çıktı.
Ortodoks kilisesine din adamı yetiştiren Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması, Trump’ın görüşme sırasında öne sürdüğü taleplerden biriydi ve Erdoğan ülkeye döndüğünde Fener Rum Patriği ile konuşarak üzerine düşeni yapacağını söyledi.
Rusya ile ilişkiler, Trump’ın en “buyurgan” olduğu konuydu. Erdoğan’a doğrudan “Rusya’dan gaz alma” dedi ve 2045 yılına kadar ABD’den doğalgaz satın almasını içeren bir anlaşma imzalattı. Türkiye, bölgedeki sorunlardan yararlanarak, İran ve Rus doğalgazını uygun fiyatla alabiliyordu. Şimdi dünyanın öbür ucundan, üstelik Trump’ın belirlediği fiyattan doğalgaz ithal etmesi gerekiyor.
ABD ile bir de nükleer enerji anlaşması imzalandı. Türkiye’nin Rusya ile bir nükleer santral anlaşması ve Mersin Akkuyu’da devam eden bir nükleer santral inşası sözkonusu. İki anlaşmanın birlikte yürümesi mümkün değil. Rusya da Mersin anlaşmasının ABD’nin çıkarına iptal edilmesine izin vermeyecektir. Bu da, tıpkı S-400’lerin satın alınması nedeniyle ABD’nin Türkiye’yi F-35 anlaşmasından çıkarmasına benzer bir handikap oluşturuyor.
Türkiye’nin en önemli talebi olan F-35’ler ve CAATSA (ABD’nin Hasımlarına Yaptırımlar Yoluyla Karşılık Verme Yasası) yaptırımları konusu ise geçiştirildi. Türkiye, 2019 yılında Rusya’nın S-400 hava savunma sistemini satın aldıktan sonra, ABD, Türkiye için CAATS yaptırımlarını devreye sokmuştu. Türkiye’nin 1.4 milyar dolar ödediği altı adet F-35 savaş uçağına ABD el koymuş, Türkiye’yi üretim sürecinden çıkarmıştı. Keza Türkiye’nin ilk “yerli ve milli üretim” olduğu iddiasındaki KAAN savaş uçaklarının motorlarının ABD’den tedarik edildiği, ancak CAATS yaptırımlarından dolayı bu motorlar gelmediği için bu üretimin de durduğunu, Hakan Fidan’ın açıklamasıyla öğrenmiş olduk.
Gazze konusunda Erdoğan’ın yaptığı “hiddetli” açıklamalara ilişkin Trump’ın yorumu, “Erdoğan’ın ne dediğini bilmiyorum” oldu. Bu da yetmedi; Trump Gazze konusunda 9 ülkenin katıldığı bir toplantı düzenledi ve Hamas’ın yokedilmesini, Gazze’nin uluslararası sömürüye peşkeş çekilmesini, Filistinlilerin bölgeden sürülmesini içeren bir “Barış Planı” açıkladı.
Bu kadar büyük tavizler, geri adımlar ve başarısızlıklar ortamında, Erdoğan’ı “muzaffer” gösterecek tek şeyi, Suriye üzerinden sağladı Trump. Suriye’deki yaptırımları Erdoğan’ın isteği üzerine kaldırdığını söyleyerek “Suriye’deki zaferin sorumlusu Erdoğan’dı. Bu, Türkiye için bir zaferdi” dedi. Böylece tam bir fiyasko olan bu ziyarete ilişkin, kof bir böbürlenme konusu oluşturmuştu!
* * *
ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack, “Görüşme tek kelimeyle destansıydı” dedi. Çünkü Trump, gerçekten de “destansı” biçimde, Erdoğan’dan isteklerini elde etmişti. Erdoğan da bu görüşmede, beklediği-istediği “meşruiyet”i elde etti. ABD’den döner dönmez ayağının tozuyla TBMM açılışında yaptığı gövde gösterisi, bu meşruiyet tablosunun somut ifadesiydi. Erdoğan, içeride, kitleler nezdinde bulamadığı meşruiyeti, Trump’tan bulmayı başardı.
Elbette bu geçici bir durum. Yapılan anlaşmaların, verilen sözlerin, sunulan meşruiyetin kitleler nezdinde bir karşılığı olmayacaktır. Çünkü bu anlaşmaların hiçbiri, kitlelerin giderek kötüleşen yaşam koşullarını, ekonomik ve siyasi krizi çözmeyecek, aksine daha da derinleştirecektir.
PDD – Proleter Devrimci Duruş Devrimler Tarihin Lokomotifidir