PKK’nin silahsızlanması ve Suriye’ye yansıması

Öcalan’ın Şubat ayında “PKK’nin feshi ve silahsızlanması” çağrısı, PKK tarafından olumlu karşılanmıştı. Önce 5-7 Mayıs’ta 12. Kongresi’ni toplayıp fesih kararını açıkladılar. 11 Temmuz’da ise silahsızlanma yönünde ilk adımı atarak, bir seremoni ile tüm dünyaya duyurdular.

“Seremoni” diyoruz; çünkü her şey önceden en ince ayrıntısıyla düşünülüp planlanmış bir sembolik tören şeklinde gerçekleşti. Törenin yeri bile özenle seçilmişti. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi içinde yeralan Süleymaniye’nin Casena Mağarası’nda yapıldı tören. Bu mağarada İngiliz emperyalizmine karşı savaşmış Kürt lider Mahmut Benzerci’nin barındığı ve bir matbaa kurularak Kürtçe illegal dergilerin basıldığı öğrenildi. Mahmut Benzerci’nin o sıralar yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin yanında yeralmış olması, “Türk-Kürt ittifakı”nın bir simgesi olarak bu yerin belirlendiğini ortaya koyuyordu.

Töreni izlemeye gidenler, çok büyük güvenlik önlemleri alındığını, özellikle MİT’in her yerde olduğunu söylüyorlar. Elbette sadece MİT değil, birçok istihbarat örgütü oradaydı. Amerikan bayrağı taşıyan subaylar da görüldü.

Törene, DEM Parti başta olmak üzere çeşitli siyasi parti ve kitle örgütü temsilcileri, baro başkanları, insan hakları savunucuları, gazeteciler, güvenlik önlemleri altında götürüldü. Ayrıca birçok yabancı haber ajansı da törende yerlerini aldılar. Aralarında Irak Merkezi Yönetimi ve IKBY temsilcilerinin de bulunduğu yaklaşık 200 kişi töreni izledi.

Törenin önce canlı verilmesi kararlaştırılmıştı. Fakat yine “güvenlik” kaygısı ile bu karardan vazgeçildi. Törene katılanların cep telefonları, fotoğraf makineleri ellerinden alındı. Fotoğraf ve haberlerin daha sonra paylaşılacağı söylendi. Ancak tören bitmeden yabancı ajansların haber geçtiği görüldü.

 

Silahların yakılması

“Tarihi bir an” olarak nitelenen PKK’nin silah bırakma seremonisi, izleyenler üzerinde bir film etkisi yaratmıştı. Katılanların hepsi büyük bir sessizlik içinde, bir film izler gibi töreni izlediler.

Tören bir dağın yamacında gerçekleşti. Açıklamanın yapılacağı yere bir sahne kurulmuştu. Sahneye Abdullah Öcalan’ın son fotoğrafı yansıtıldı. Dağdan silahlarıyla birlikte merdivenden inen gerillaların başında PKK yöneticilerinden Bese Hozat bulunuyordu. Toplam 30 gerillanın yarısı kadındı.

Törende kimsenin ses çıkarmaması telkin edilmişti, fakat gerillaların görünmesiyle birlikte Kürt kadınlarından zılgıtlar, sloganlar yükseldi. Aynı kadınlar tören sonunda ağıt yakacaklardı.

Törende yapılan açıklamanın Türkçesini KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Bese Hozat, Kürtçesini PKK MK üyesi Nedim Seven okudu. Açıklamada; “Önder Apo’nun çağrısı karşısında tutum belirlemek için, ona cevaben geldik. Bu sürece ivme kazandırmak üzere inkar ve imhaya karşı silahlandık. Özgürlük savaşçılarıyız. Önder Apo’nun 27 Şubat çağrısıyla, PKK’nin 12. Kongre kararları vesilesiyle bu adımı atıyoruz” dediler.

“Sürecin önünü açmak” için silahlarını imha edeceklerini belirttikten sonra, büyük bir çanağın içine silahlarını ve palaskalarını bıraktılar. 30 gerillanın teker teker gelip silahını-palaskasını bırakmasının ardından silahlar ateşe verildi. Kimileri bunu “olimpiyat ateşi”ne kimileri de “Newroz ateşi”ne benzetti. PKK’liler silahları toprağa gömmek veya bir heyete teslim etmek yerine, ateşe vermeyi tercih etmişlerdi. Yakma işlemini “bir daha silahlara geri dönülmeyeceği”nin kesin ilanı şeklinde yorumlayanlar oldu. Toprağa gömülen silah çıkarılabilir, ama yakılan silah bir daha kullanılamazdı!

Bu tür yorumlara karşın, ateşin insanlık tarihinde ayrı bir yeri olduğu bilinir. Mitolojide ateş, bilimin ve aydınlanmanın sembolüdür. Prometheus, tanrılardan ateşi çalıp insanlığa sunduğu için cezalandırılmıştır mesela. Başta Kürtler olmak üzere Ortadoğu halklarında Newroz (yenigün) ateş yakılarak kutlanan bir bayramdır. PKK’nin tarihinde Newroz çok önemli bir yere sahiptir. Mazlum Doğan, Diyarbakır Hapishanesi’ndeki işkencelere karşı Newroz günü kendini asmıştır. Türkiye’de Newroz’un kutlanılması, Kürt halkının uzun yıllar süren mücadelesi sonucu gerçekleşmiştir.

PKK açısından silahların yakılması Newroz’a bir göndermedir. Bunun bir yokoluş, yenilgi değil, yeniden doğuş, hatta zafer olduğu duygusunu verebilmek içindir.

Yakılma işleminin ardından, silahların seri numaralarının İnsan Hakları Derneği (İHD), Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) ve Özgürlük için Hukukçular Derneği’ne (ÖHD) teslim edildiği söylendi.

Sonrasında bu silahların bozuk ya da maket olduğu veya silahlarını yakan gerillaların yeniden dağa döndüklerinde silahlanacakları yönünde spekülasyonlar yapıldı. Oysa bunların hiçbir önemi yoktu. Önemli olan, PKK’nin silahsızlanma kararı ve bunun bir şekilde ortaya konulmasıydı. Özü bu olduktan sonra, biçiminin nasıl olduğu tali bir konuydu, hatta teferruattı.

 

Kaygılı ve temkinli adımlar

Tören yaklaşık yarım saat sürdü. Fakat törene dair yorumlar ve sonrasında nelerin olacağı üzerine değerlendirmeler halen sürüyor, sürecek de…

Törenin özellikle Kürt halkına çok duygusal anlar yaşattığı ortada. Onlardan biri, tören sonrası yakılan silahları göstererek “çok bedel ödedik, ama bu son ve en ağır bedel oldu” demesi, bunun göstergelerinden. Keza gerillaları zılgıt ve sloganlarla karşılayan “beyaz tülbentli anneler”den biri, onlar giderken “çıplak gittiler” dedi. Bir başkası, tören sonrası ağıt yaktı.

Silahlarını ve palaskalarını yakarak gitmeleri, gerillalarda ve onları izleyenlerde “çıplak”lık duygusu yaratmıştı. Bunun üzüntüsü yüzlerinden okunuyordu. Töreni izleyen gazetecilerden birinin sözleri ise, çok daha çarpıcıydı: “Üç-beş kilo hafifleyerek gittiler, ama tonlarca yükü omuzlarına aldılar…”

Gerçekten de “silahsızlanma”nın yükü, silahtan çok daha ağırdı. Çünkü Lenin’in de dediği gibi; “silah elde etmeye ve bunların kullanışını öğrenmeye çalışmayan ezilen bir sınıf (ezilen bir halk -bn) köle muamelesi görmeye” devam ederdi.

Tören sonrası, silah bırakma sürecinin birkaç ayda tamamlanacağı söylendi. “Ankara, Erbil ve Bağdat yönetimlerinin koordinasyonunda silah bırakma noktaları oluşturulması ve örgütün silahlarını bu alanlara bırakması öngörülüyor” şeklinde haberler yapıldı. Fakat PKK tarafından yapılan açıklamalar, bu iddiaları yalanladı.

Cemil Bayık, “bunlar tamamen boş konuşmalar” dedi. “Belki bazıları bize böyle adımlar attırmak istiyor, ama bahsettiğim koşullar yaratılmadığı sürece yeni bir grup yollayamayız” diye ekledi. Bayık’ın “bahsettiği koşullar”, Öcalan’ın tecridinin kaldırılması ve “demokratik entegre yasaları”nın çıkarılması şeklinde. Silahlı mücadelenin ortaya çıkmasının bir altyapısı bulunduğunu söyleyen Bayık, “bu altyapı ortadan kaldırılmaz ise, PKK silah bırakır ama yarın başkası silahlanır” diyerek, temel bir gerçeği hatırlattı.

Öcalan’ın tutsak alındığı 1999 yılında PKK “Barış Grubu” adı altında Avrupa’dan gruplar göndermiş ama bu gruplar hemen tutuklanmıştı. Keza 2009 yılında “açılım” denilerek bir “barış süreci” yaratılmış, ama Habur’dan giriş yapan gruptan bazıları tutuklanmış, bazıları da yeniden Kandil’e gitmek zorunda kalmıştı.

Şimdi PKK yöneticileri, ileri sürdükleri koşullar hazırlanmadan kimseyi göndermeyeceklerini söylüyorlar. Silahlarını yakan gerilla grubu da bundan sonra faaliyetlerini, “Barış ve Demokratik Toplum Grubu” ismiyle yasal zeminde sürdüreceklerini belirttiler. Tören sonrası dağa yeniden çıkışlarını ise, Türkiye’ye girdikleri an tutuklanma tehlikesine bağladılar. Bu kez yoğurdu üfleyerek yediklerini söylemiş oldular.

 

Yine Suriye belirleyecek

PKK, ‘90’lı yılların başından itibaren “diyalog-siyasi çözüm” kulvarına girmişti. Öcalan’ın tutsak alındığı 1999’dan itibaren ise, “paradigma değişikliği” adı altında çok yönlü bir tasfiye yaşadı, emperyalistlerle ve işbirlikçileriyle “barış”ın yollarını aradı. Bunu da “en kötü barış savaştan iyidir”, “her savaşın barışı olacaktır” sözleriyle meşrulaştırmaya çalıştı.

Bugün de benzer sözleri duyuyoruz. Öcalan, 11 Temmuz’daki silah yakma töreninden önce 9 Temmuz’da PKK’lilere bir videoyla seslendi: “Yapılan silahlı mücadele aşamasından demokratik siyaset ve hukuk aşamasına gönüllüce geçiştir. Bu bir kayıp değil, tarihi bir kazanım olarak değerlendirilmelidir.”

Öcalan, Kürt halkında ve gerillalarda tedirginlik yaratan yeni süreci “zafer” gibi sunarak ikna etmeye çalışıyordu. Egemenler de bu kaygılı durumu farketmiş olmalı ki, ilk kez Öcalan’ın canlı görüntüyle seslenmesine razı geldiler. Buna rağmen kitlelerde sürece ilişkin kaygı ve kuşku bitmiş değil.

Nasıl bitsin ki? Daha sürecin isminde bile anlaşamadılar. AKP-MHP bloku “Terörsüz Türkiye” diyor. PKK ise “barış ve demokratik toplum süreci” olarak adlandırılmasını istiyor. PKK, CHP başta olmak üzere tüm muhalif kesimlerin bu sürece katılmasını, TBMM’de oluşacak “komisyon”da yeralmasını isterken, AKP-MHP bloku CHP’ye ve muhaliflere saldırılarına tam gaz devam ediyor. AHİM’den Demirtaş başta olmak üzere HDP’li siyasi tutsaklar için yeni kararlar gelmesine rağmen tahliyeler gerçekleşmiyor. Halen 30 yılı aşkındır hapishanelerde olan tutsaklar “Gözlem Kurulları” raporlarıyla içeride tutuluyor. 80 yaşındaki hasta tutsaklar serbest bırakılmıyor vb…

Özcesi Erdoğan yönetimi, Kürt hareketinin beklediği adımları atmıyor. Daha önemlisi Suriye yeniden karıştı. Ve Türkiye, Alevileri, Dürzileri katleden Şara yönetiminin yanında olduğunu açıkladı bir kez daha. Kürt hareketinin Suriye’de elde ettiği özerk yapıyı yoketme çabasından da vazgeçmiş değil.

2011 yılında başlayan “çözüm süreci” de, “yeni süreç” de Suriye’deki gelişmeler üzerinden başladı. “Çözüm süreci” PYD’nin IŞİD’i yendiği Kobani zaferinin ardından bizzat Erdoğan tarafından sonlandırıldı. Yeni sürecin akıbetini de Suriye’deki gelişmeler belirleyecek.

Suriye’de son yaşananlar ve Erdoğan’ın tutumu, “yeni süreç”in geleceği konusunda hiç umut vermiyor. Türkiye’nin “demokratikleşmesi” konusunun lafını bile etmiyoruz…

Son olarak bir kez daha yineleyelim; silahlı mücadele bir tercih değil zorunluluktur. Ezilen-sömürülen kesimlerin her biçimde direnmesi meşrudur, haklıdır. Silahlara yön veren de siyasettir. Siyaseten teslim olanların, silahlı veya silahsız olmaları durumu değiştirmez. “Silahlı reformizm”in de olabileceğini pratik olarak gördük. Silah bir “araç”tır, önemli olan “amaç”lardaki aşınma ve yön değişimidir. PKK zaten kuruluş amaçlarını terkettiğini ve farklı bir rotaya girdiğini yıllardır söylüyor.

Atlanmaması gereken bir nokta da, “fesih ve silahsızlanma” kararının sadece PKK ve Türkiye ile sınırlı tutulmasıdır. Suriye’de PYD, İran’da PJAK için böyle bir durum sözkonusu değildir. (Zaten Irak’ta PÇDK, ABD’nin Irak işgali öncesi silahlı mücadeleye son verdiğini açıklamıştı. “Demokratik Irak Federasyonu için ABD ile her türlü işbirliğine hazırız” dediler. Murat Karayılan da bunu teyit etmişti: “HPG içerisinde yeralan Güney Kürdistanlı arkadaşlarımızı silahlandırıyoruz. Bunlar Demokratik Federal Irak ve Özgür Kürdistan’a katılacaklar” -Özgür Gündem, 19 Mayıs 2003) Dolayısıyla konjonktüre göre ve bir ülke ile sınırlı tutarak “silahsızlanma” kararı almaları yeni değil.

Bugün de Suriye’deki kazanımlarını sağlamlaştırmak, İran’da olası bir saldırı durumunda harekete geçebilmek için, Türkiye’deki silahlı faaliyetlerine son veriyorlar.

Fakat bu “süreç”in nasıl şekilleneceği, sonucuna varıp varmayacağı, daha önemlisi yeniden silahlı mücadeleye dönülüp dönülmeyeceği gibi belirsizlik orta yerde duruyor.

Bunlara da bakabilirsiniz

Paris’te Yılmaz Güney anması yapıldı

Yılmaz Güney, ölümünün 41.  yıldönümünde Paris’teki mezarı başında anıldı. Devrimci demokrat kurumların çağrısıyla yapılan anma, …

YILMAZ GÜNEY: Sanatçı, devrimci, özgürlük simgesi…

Bugün, devrimci Kürt sanatçı Yılmaz Güney’i mezarı başında andık. 41 yıl önce çok genç yaşta …

Hainleşme ve itirafçılaşma üzerine*

“İtirafçılar toplumun yüzkarasıdırlar. Hiçbir şey toplumu onların kafasındaki pislik kadar kirletemez.  Yalan, dalavere ve sansasyon …