600 bin kamu işçisini ilgilendiren “Kamu Toplu İş Sözleşmesi Çerçeve Protokolü” süreci devam ediyor. Hükümetin oyalama ve çok düşük zam oranı önerme taktiklerine karşı, kamu işyerlerinde örgütlü işçi sendikaları eylem kararı aldılar ve uygulamaya geçtiler.
Ocak ayında başlayan “Kamu Çerçeve Protokolü” sürecinin ilk görüşmesi, 27 Şubat’taydı. Ardından belirli aralıklarla 4-5 görüşme daha yapıldı. Her görüşme sonrası işbirlikçi sendikacılar “bakanlık bir öneriyle gelmedi” türünden, sızlanmanın ötesine geçmeyen açıklamalar yaptılar.
İşçilerin tepkisi üzerine ilk eylem, 18 Haziran tarihinde gerçekleşti. Ardından eylem takvimi çıkardılar.
Sürecin başlamasıyla ilk eylemin yapılması arasında nerdeyse 6 aylık bir dönem var. Üstelik eylemler, zamana yayılmış ve oldukça geri biçimlerde belirlenmiş durumda. Ardından 12 askerin metan gazından zehirlenip yaşamını yitirmesini bahane eden Türk-iş, “eylemlere geçici ara verdiğini” ilan etti.
Tıkanan TİS süreci
Kamu işyerlerinde Türk-iş ve Hak-iş örgütlü. DİSK’e bağlı Dev Sağlık-iş ise bazı kamu hastanelerinde örgütlü. DİSK’in örgütlülüğü çok az olduğundan TİS görüşmelerini Türk-iş ve Hak-iş sürdürüyor.
Türk-iş ve Hak-iş görüşmelere ortak hazırladıkları teklifle katıldılar. Sundukları teklifte, 2025 yılının ilk altı ayı için yüzde 50, ikinci altı ayı için yüzde 25 zam, ayrıca yüzde 10 refah payı istediler.
Türk Ağır Sanayii ve Hizmet Sektörü Kamu İşverenler Sendikası (TÜHİS) tarafından sunulan ilk teklif, 2025’in ilk altı ayı için yüzde 16, ikinci altı ayı için yüzde 8’den başlayarak, yüzde 17 idi. Sonrasında yüzde 24’e kadar çıktılar. Yüzde 24 sadece ilk 6 ay için geçerli. Sonraki ikinci, üçüncü ve dördüncü 6 aylıklar için ise enflasyon oranında artış şeklinde.
Teklif TÜHİS tarafından sunulsa da, kamu işyeri olduğundan asıl muhatap Erdoğan yönetimidir. Görüşmelerde sürekli oyalama taktiği güden yönetim, işçilerin 18 Haziran’da Çalışma Bakanlığı önünde yaptıkları eylemden sonra teklif sundu.
Sunulan teklifler arasında uçurumlar var. Üstelik TÜHİS’in teklifi, hileli TÜİK ve Merkez Bankası enflasyon oranlarının bile çok çok gerisinde. Merkez Bankası 2025 enflasyon hedefi yüzde 24’tür. 2025 yılı için asgari ücrete yüzde 30 zam yapılmışken (ki zam işçinin eline geçmeden açlık sınırının altına düştü) kamu işçisine yüzde 24 zamla gelmek, işçileri açlığa mahkum etmektir. Gerçek enflasyondan bahsetmiyoruz bile. Çünkü sunulan teklif gerçek enflasyonun yanından-yöresinden geçmiyor.
Diğer yandan işçi sendikalarının sunduğu teklif de yeterli değil. Türk-iş’in Haziran 2025 için açıkladığı açlık sınırı 26.115 TL, yoksulluk sınırı ise, 85.065 TL. Türk-iş’in talebi ise “yoksulluk sınırı”nın çok gerisindedir.
Sendika konfederasyonlarının, açıkladıkları rakamlar üzerinden ücret istemeleri gerekirken, bunu talep etmediklerini ve bu uğurda mücadele vermediklerini görüyoruz.
Ricacı tutumla hak elde edilemez.
İşbirlikçi Türk-iş yöneticileri, süklüm-püklüm duruşla, ricacı bir tutumla süreci götürmeye çalışıyorlar.
Oysa her muharebenin ön hazırlığı belirleyicidir. Hazırlık sürecinde taban komitelerini işler hale getirip basitten karmaşığa bir eylemsellik sürecine girmek, ardından grev hazırlık komitelerini oluşturup, grevi bir tehdit aracı olmaktan çıkarıp fiilen devreye sokmak gerekir. Türk-iş ve Hak-iş bunları yapmadığı gibi, işçileri oyalamayı tercih ettiler. Yönetimin “oyalama taktiği”nden yakınırken, kendileri de aynı taktiği işçilere karşı uyguladılar.
Ta ki, işçilerin basıncı kendisini somut bir biçimde gösterene dek… Ancak o zaman bir “eylem takvimi” açıkladılar.
Bu eylem takvimine göre; 1. hafta, sabah işbaşı yapmadan işyerlerine 500 metre mesafeden yürüyüş ve işyeri önünde basın açıklaması; 2. hafta, işbaşı yapıldıktan sonra 2 saatlik oturma eylemi ya da yarım gün iş bırakma; 3. hafta, mesai bitiminde işyerini terketmeme ve eylemi sabaha kadar sürdürme, 4. hafta, 81 ilde AKP il binalarının önünde basın açıklaması; 5. hafta, 1 günlük grev.
Hak-iş Konfederasyonu’nun “eylem programı” ise, öğle molalarında ve mesai bitimlerinde kollarına siyah kurdele takarak işyerleri önünde oturma eylemi yapmaktan ibaret. Çok geç kalınmış ve oldukça pasif bir eylem takvimi. Belli ki Hak-iş süreci hiç eylem yapmadan götürmek istiyordu, işçilerin basıncına dayanamayıp bir şeyler yapmak zorunda kaldı.
DİSK’e bağlı Dev Sağlık-iş ise sembolik Ankara yürüyüşü dışında bir varlık göstermiş değil.
Sınıflar tarihi, sızlanmakla, rica-minnetle hiçbir hakkın elde edilemediğini göstermiştir. İşçi sınıfı işbirlikçi sendikaları aşarak eylem gücünü ortaya koymadıkça, iyi bir TİS imzalanması mümkün değildir.
İşçilerin öfkesi ve örgütlü gücü belirleyicidir
İşçi ücretlerinin alım gücü her geçen gün düşüyor, ücretler enflasyon karşısında giderek eriyor. Yüzde 24’lük zam teklifi, işçileri sefalete mahkum etmektir. Bu yüzden işçilerin tepkileri oldukça yüksek.
AKP il binalarının önünde atılan “hükümet istifa” sloganı, işçilerin tepkilerinin boyutunu ortaya koyuyor. Kaldı ki kamuda çalışanların çoğu -özellikle son yıllarda- AKP referansıyla işe girdi; buna rağmen “hükümet istifa” sloganını atmaları, hem devleti hem de işbirlikçi sendikacıları oldukça korkutmuşa benziyor.
1989’da Özal hükümeti döneminde de yüzde 40 zam teklifiyle gelmişlerdi. İşçilerin o dönem de en çok attığı slogan, “hükümet istifa”ydı. O dönemki TİS süreci “bahar eylemleri”ne yol açmıştı. Yüzde 40’ta ısrar eden Özal hükümeti, bu eylemlerin sonucunda yüzde 140 zam vermek zorunda kalmıştı.
Şimdi de gerçek enflasyon oranıyla oynayıp “hedef enflasyon” diye bir şey uydurup yüzde 24’ü öneriyorlar. Erdoğan yönetiminin bu komik teklifi olsun, işbirlikçi sendikaların oyalama çabası olsun, işçi sınıfının eylemleri karşısında hükümsüzdür. Her şey işçi sınıfının koyacağı tavra bağlıdır.
Türk-iş yöneticileri, işçilerin öfkesi ve tepkisi karşısında yeniden eylemlere başlamak zorunda kalacaklardır. Zaten Türk-iş’e bağlı Harb-iş, 9 Temmuz günü İstanbul’dan Ankara’ya yürüyüş başlattı.
Sendikaların eylem gücü yükseltilmelidir. Son sözü işçi sınıfı söyleyecektir.